Yüreğine Sor
Yazar: Ali ErcivanYusuf Kurçenli'nin 2002 yılındaki Gönderilmemiş Mektuplar'ından beri ilk sinema filmi Yüreğine Sor. 19. yüzyılda Karadeniz'de geçen bir aşk öyküsünü anlatıyor. Gayrimüslimlerin de müslüman halkla eşit vatandaşlık haklarına sahip olmasının padişah tarafından yeni kabul edildiği ama yıllarca gerçek dinlerini saklayarak yaşamış çok sayıda gayrimüslimin, kimliklerini açık etmeye henüz cesaret edemedikleri bir dönem bu. Böyle bir ortamda, Müslüman bir kıza aşık Ortodoks bir erkeğin öyküsünü anlatıyor film.
Ortada gerçekten son derece zengin bir sinema malzemesi var. Mekanların güzelliği de cabası... Ancak, bazı sinema yazarlarının filmi bir başyapıt olarak değerlendirmesine katılmak mümkün değil.
Herşeyden önce, oldukça demode bir sinema anlayışı karşımızdaki. Derdini bağıra çağıra anlatan, didaktik olmaktan kurtulamayan, teatral mizansenleri ve kartpostal tarzı kadraj çalışmalarıyla sinema duygusu yakalayamayan bir film Yüreğine Sor. Dijital kamerayla çekilmesi de yerinde bir karar olmamış. Prodüksiyon şartlarını anlayabiliriz ama yine de sonuç değişmez: Görüntüler çiğ ve bu haliyle sadece bir televizyon işi havası veriyor.
Ses miksajı ve özellikle de görsel efektlerin zayıflığına aslında girmek istemiyorum. Ama bir paragraf için bile olsa işin teknik kısmından bahsedelim...
Filmin sinemasal niteliğinden bağımsız görülebilir söz konusu teknik aksaklıklar. Fakat 1000 Volt gibi bu ülkenin en önemli post-prodüksiyon firmalarından birinin yaptığı görsel efektler bunlarsa, Türkiye'de bir sinema filminde bu işi layıkıyla yapacak başka kim var acaba? Greenbox planları çok sırıtıyor, o ayrı. Ama, örneğin giriş sahnesinde gördüğümüz gibi, üç saniyelik sis "render"ını arka arkaya yapıştırmak, ancak özensizlik olarak değerlendirilebilir.
Bu parantezi kapatıp filme dönecek olursak, Yüreğine Sor'un final öncesi yaklaşık yarım saatlik blokta ciddi şekilde toparlandığını, hatta etkili bir filme dönüştüğünü belirtmem gerek. Bu da Ortodoks ailenin en büyüğünün ölümü ile başlayan blok. Filmin belki de en güçlü sahnesinde, merhumun başında dua okuyan imama karşı, karısı da kendi dualarını okumaya başlıyor. Sırları ortaya çıkacak diye endişelenen ailesi tarafından hemen odadan dışarı kaçırılıyor.
Ve filmin hikayesi de nihayet işlemeye başlıyor. O ana kadar izlediğimiz, son derece ruhsuz bir saati aşkın sürenin, aslında karakterleri tanımaktan başka bir amaca hizmet etmediğini bile söylemek mümkün. Yusuf Kurçenli, daha ziyade turistik bir tanıtım filmi çeker gibi davranmış adeta. Son yarım saate sıkıştırılmış olan güçlü malzeme, insanda "çok iyi bir film ortaya çıkabilirmiş" duygusunu uyandırıyor sadece.
Daha da üzücü olansa, bu güçlü bloğun ardından gelen son derece zayıf final. O ana kadar kurduğu her şeyi adeta yarım bırakan, kendi hazırladığı fırsatları kendi eliyle tepen ve yine son derece başarısız görsel efektler yüzünden izleyende en ufak etki uyandırmayan bir finali var Yüreğine Sor'un.
Kısaca diğer bazı unsurların üzerinden geçmek gerekirse, pırıl pırıl kostümler Türkiye'de yapılan çoğu dönem filminin ortak problemi. Kostümler sadece rengarenk dikilmekle bitmez. İyi kostüm tasarımcılar, hatta iyi yönetmenler, o kostümlere yaşanmışlık katmakla da mesuldürler. Bunun karşılığı da çok basit: Eskitmek. Kıymak lazım o cicili bicili kıyafetlere. Biraz yırtmak sökmek, biraz toza toprağa bulamak, biraz esnetmek lazım. Yoksa filme müsamere havası katmaktan fazlasını yapamıyorlar.
Bir de aksanlar... Evet, Karadeniz şivesini becerenler var. Ama herhalde hiçbir oyuncu, "Karadeniz şivesiyle konuşmaya çalışan bir aktör" olduğunu unutturamıyor bize. Bunda mizansen anlayışının ve kitabi diyalogların da etkisi vardır muhakkak ama öyle ya da böyle, bir gerçeklik hissi yakalanamıyor. Tuba Büyüküstün'ün şivesi yer yer oldukça başarısız hatta.
Ancak Kenan Ece için rahatlıkla söylenebilecek bir şey var. Türk sineması (ve muhtemelen dizi sektörü) yeni jönünü bulmuştur.
Bir masal olmaya çalışan Yüreğine Sor, büyük ölçüde müsamere düzeyinde kalan bir yapım. İhtiyacı olan ruhu yakaladığı o yirmi-otuz dakikalık blok olmasa, bir çırpıda unutur giderdik. Ama işte Yusuf Kurçenli'nin o güçlü bloğu gerçekleştirmiş olması, kaçırılan fırsatın ardından daha fazla hayıflanmamıza yol açıyor.