"40" filmini iki sene evvel izlememe rağmen sanki yıllar evvel izlemiş gibiyim...Bu yoğun film bombardımanının ortasında bir filmin hafızamda bu kadar arkalara düşmesi çok normal gerçi ama yine de şaşırdım. Emre Şahin imzalı "40"ı izlediğimde bendeki ilk hissiyatı Türk sinemasında aksiyonla dramı birleştiren nadide örneklerden biri olmasıydı. Çünkü bizde aksiyon komediye katık edilir, dram ise minimal tatlarda en kasvetli haliyle sunulur. O yüzden yeni bir örnekleme heyecanıyla izledim. Bir yandan da geç gelen vizyonunu bu filme yapılmış büyük bir haksızlık olarak görüyorum. Yığınla filmin vizyon şansı bulduğu bu yoğunlukta "40"ın geri planda kalmasını ayrıca incelemeye almak gerek. "40", bir kesişme hikayesi özünde. İçine adına taşıdığı sayıların gizemini de katarak yol almaya çalışıyor İstanbul'un arka sokaklarında.
Karakterlerin kesişme hallerinden dolayı birebir kaybeden olduklarını söyleyemeyiz, zira bu kesişme öykülerinin temeli daha marjinal karakterler barındırır. Ali Atay'ın harika oyunculuğuyla taçlandırdığı Metin, doğunun yoksulluğu ve sakinliğinden İstanbul'un kaosuna kaçıp gelmiş bir taksi şoförü. Lanetli olduğuna dair inancı tam. Bıçkınlığı ve umutsuzluğu aynı bünyede iyice yoğuran Atay, oyunculuktaki absürd çizgisini "40" filmiyle dallandırıp budaklandırıyor.
Filmin bir diğer karakteri Godwill ise Nijerya'dan kalkmış gelmiş ve Beyoğlu'nun karmaşasına karışmış bir Afrikalı. Metin'in aksine bir kaybeden değil seçilmiş insan olduğuna inanıyor. İstanbul onun için daha güzel bir yere kapak atmak için bir basamak. Tarlabaşı'nın kaosundan, çeteler ve uyuşturucu şebekeleri çatışmasından bile kendisine olumlu bir pay çıkarıyor. Filmin üçüncü kişisi Sevda. Kendini bulma yolunda sayılarla ve uhrevi duygularla arasını iyi tutan hemşire Sevda da herkesin hayatını alt üst eden çantanın peşinde helak oluyor.
Film para dolu bir çantayla insanların kaderleriyle oynuyor adeta. Bunu yaparken İstanbul'a öyle güzel bir bakış atıyor ki filmin ayrı bir yerinde bir belgesel oynuyor. Film duraksamalara izin vermeden hızla yol alıyor ve Türk sinemasının son zamanlardaki yavaşlığından hızla uzaklaşıyor. Bu anlamda da popüler ve minimal arasına kanat gererek aslında daha zor olanı başarmanın derdine düşüyor.
Aslında film zamanında vizyona girebilseydi teknik olarak bir ilke imza atmış olacaktı. O da 35 mm yerine red kamerayla (redcam) dijital olarak çekilmesi. Yani dijital olarak en yüksek kalitede görüntü veren bir sistem. İki yıl önce sinema filmlerinde kullanılmayan bu sistem şimdilerde kullanılıyor. "40"ın müzikleri de ince ince elden geçirilmiş ve filmin dokusuna uydurulmuş durumda. Ses kalitesi, müzik yoğunluğu, görüntü netliği ve aksiyon bir araya gelince ortaya keyifli bir seyirlik çıkıyor. Antalya Film Festivali'nde Behlül Dal Özel ödülü kazanan "40", ilgiyi hak ediyor, özenli film çekmenin anahtarlarından biri olarak kalıyor benim aklımda!
Sayıların gizemiyle ilgilenenler için de filmin anlamı epey geniş perspektif sunabilir. Zira kırk sayısının ifade ettiği şeylere bakınca filmi bu anlamların içine katmak için ufak bir beyin fırtınası yapabilirsiniz. Ben yaptım ve bir paranın peşinde odaklanan yaşamlarla ilgili insanların paralarının kırkta birini zekat olarak dağıtması olarak çıkarsamada bulundum. Eminim herkesin algısı farklı olacaktır.
Film belki zorunluluktan yazın vizyona giriyor ama ‘yazın da Türk filmi izlenebilir' demeye çalışıyor. Büyük yapımların yaz vizyonunu tercih ettiği bu arenada Türk filmlerinin altı-yedi aylık bir dilime sıkışması artık çok da mantıklı görünmüyor. "40" geç gelen bir film olsa da vizyona girmek için inatçı davranan filmlerden. İlkleri, aksiyonu ve gizemi olan bir ilk film. Yaz sıcağında, soğuk bir salonda izlemek için bir hayli ideal...
banubozdemir@gmail.com