Hesabım
    Hayatımın Kadınısın
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Hayatımın Kadınısın

    Aşk ve Tutku’ya Devam

    Yazar: Zeren Somunkıran

    Aşk ve tutku... Girdiği her bünyede farklı etki yapan bir ilaç gibi, bu ikilinin sinemada defalarca kez çok farklı hikayelerle anlatımına şahit olduk. Romeo + Juliet'in lirik anlatımından, Katil Doğanlar'ın kanla beslenen tutkusuna, Aşk Zamanı'nın 'imkansız aşk' acısından, Rüzgar Gibi Geçti'nin aşk-nefret sarmalındaki saplantısına kadar bir dolu faklı hikaye tarafından sarsıldık, tokat yedik, yalpaladık.

    Yine bu ikiliyi kendisine konu edinen iki film, Kader ve Uğur Yücel'in Hayatımın Kadınısın, ardı ardına vizyonda yerini aldı. Temel aldıkları konu ne kadar aynı olsa da, birbirlerinden çok farklı iki film olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Saplantıya varmış bir tutkunun devirdiği koca bir hayatın anlatıldığı Kader'deki aşk, boğazında yutkunsan da geçmeyen bir düğüm misali kalırken, Hayatımın Kadınısın, çok daha masalsı bir anlatımla başlayıp aşkın derinlerine dalan (dalmaya çalışan) bir seyir izliyor.

    Masalsı demek boşuna değil. Zira filme, Uğur Yücel'in oynadığı Tophaneli karakterinin, aşkını bir masal gibi anlatan sesini dinleyerek başlıyoruz. Bu başlangıcın heyecanı ile hikayenin derinlerine dalmanın keyfini yaşamaya hazırlanırken ilerleyen dakikalar boyunca, değil hikayeye kapılmak, baştaki heyecanımızı bile kaybettiren bir film ile karşılaşıyoruz. Filmin doruk yaptığı sahneler bile sıradanlığı aşmakta zorlandığı için anlatılanı hissetmekte zorlanıyoruz.

    Filmleri etkilileyici kılan belki de en belirgin yan, hikaye çok bildik bile olsa bize bilmediğimiz bir şeyler söyleyebilmesidir. Bunu yapabildiği an, klişelikten kurtulur ve kendi başına bir film olabilir. Hayatımın Kadınısın, bu etkiyi yaratmakta oldukça zayıf kalıyor.

    Bunun en belirgin nedenlerinden biri, roller, çok iyi oyunculara teslim edilmiş olsa da karakterlerin ve birbirleri ile olan bağlarının yeterince derin ve canlı olduklarının hissettirilememesi. Sadece suyun üzerinde kalan kısmın görünüp suyun derinlerinde ne cevherler yattığını görememek gibi bir durum bu. Aşk itirafları, edilen kavgalar, isyanlar, ruhumuzun içine işleyip bizi sarsmaktan çok uzak. Karakterlerin aralarında kurulan bağların eksikliği, inandırıcılığı oldukça zedeliyor.

    Filmin genel olarak Yavuz Turgul sinemasına benzeyen bir yanı var. Ama detaylarda, onun filmlerindeki özelliklerden tamamen uzak bir tablo çiziyor. Yavuz Turgul sineması için en belirgin olarak söylenen, Turgul'un karakter derinliklerini ve diyalogları oturtmada çok yüksek bir başarısı olduğudur. Bir Yavuz Turgul filmi izleyen izleyici için o filmden en az bir tane çarpıcı diyaloğun beynine kazınmaması imkansız gibidir. Söylenen sözler de, karakterler de içinize işler ve film bittiğinde o filmi izlemeden önceki halinizden çok farklısınızdır. Artık o filmi izlemiş bir insan olarak hayatınıza devam edecek ve her gün olmasa da ara ara aklınıza gelen karelerle film üzerine düşünmekten kendinizi alamayacaksınızdır. Nobokov'un deyimiyle "beklemiğimi titreten" cinsinden bir filmdir karşınızdaki.

    Hikayesini işleyiş tarzı olarak Yavuz Turgul sinemasına, özellikle de Gönül Yarası'na yakınlaşan Uğur Yücel, malesef ki sadece suyun yüzeyinde kalmakla yetiniyor ve derine inemiyor. Örneğin Nejdet'in Asuman'ı bir türlü bırakmak istememesini ya da kızının sürekli olarak üvey babadan kaçıp çok daha beter bir batağa gitmesini belirgin nedenlere oturtamıyoruz. Tahmin edebiliyoruz, 'öyledir' diyoruz, ama hissedemiyoruz.

    Uğur Yücel, kendi oynadığı eskilerin özlemini duyan, yalnız ama sevdalı, yeri geldi mi racon kesmesini bilen Tophaneli karakterini, keyif veren bir tempoda canladırırken diğer oyuncuların ona aynı derecede ayak uydurabildiklerini söylemek güç. Oyunculuğunu tartışmanın bile gereksiz olduğunu düşündüğüm Türkan Şoray bile filme yeterince kendini vermekten çok uzak. Asuman'ın arada kalmış çaresizliğini hissedemediği için hissettiremiyor sanki.

    Uğur Yücel'in ilk uzun metrajlı sinema filmi Yazı Tura, akıllarda oldukça iyi bir başlangıç olarak yer etmişti. Özellikle Olgun Şimşek'in başrolde olduğu ilk bölümde kurulmuş olan dramatik yapı ve karakter analizleri çok sağlamdı ve pek çok izleyicinin aklında yer etmişti. İkinci filminde Uğur Yücel'in biraz olsun irtifa kaybettiğini düşünsek de, eski Türk filmlerine hala sadakatle bağlı olan ve o filmlerin özlemini duyan izleyiciyi, bu filmi ile de memnun edebilecektir.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top