Benim ve Roz?un Sonbaharı
Yazar: Murat ÖzerTarihin yok edilmesine alışık bir toplumuz biz... Eski yalılar yakılıp arazisi otopark haline getirilir, metro inşaatıyla yer altındaki tarih yerle bir edilir, tarihsel dokunun korunması gereken yerlere yapılan 'modern' binalarla 'kimliksiz' bir görünüm sağlanır, tarihsel yapılara her türlü isim ve küfür itinayla işlenir... Bu gibi örnekler yetmiyormuş gibi topraklarımızdaki antik yapıların parça parça yurt dışına kaçırılmasına da göz yumarız... İşin özü, topraklarımızdaki tarihe sahiplenme, koruma konusunda pek de 'hassas' bir millet sayılmayız.
Handan Öztürk, ilk filmi "Benim ve Roz'un Sonbaharı"ında bu türden bir 'tarih ve toplum katli' üzerinden yürüyen bir hikâye anlatmayı seçiyor. Hasankeyf'in binlerce yıllık tarihini yerle bir edecek baraj inşaatına karşı çıkan insanların serüvenine ortak oluyoruz (ya da olmaya çalışıyoruz) filmde. Politik oyunlarla alınan kararın ardından yerlerinden edilme aşamasına gelen halkın içinden bir gazetecinin çıkar gruplarına karşı açtığı savaşın resmiyle ilgileniyor bu hikâye. Onun ölümcül tuzaklarla dolu direnişinin yansımaları, bir yandan da yöredeki insanların kişisel tarihleriyle örtüştürülüyor burada. Onların 'yeni düzen'e doğru yapacakları yolculuk öncesinde geçirecekleri kısa dönem, hem tarihsel hem de toplumsal olarak yaşanacak 'dönüşüm'e dair ipuçları da barındırıyor...
"Benim ve Roz'un Sonbaharı", son derece iyi niyetli ve cesur bir çabanın ürünü olmasına karşın, sinemasal anlamda fazlasıyla zaaflı bir yapının izlerini sürüyor. Yönetmen Handan Öztürk, bu ilk yönetmenlik deneyiminde zorlu bir çabanın altına girmenin verdiği 'dağınıklık'tan kurtaramıyor yakasını ve karakterlerin yerli yerine oturmadığı, hikâyenin gevşeyip bel verdiği bir sonuca ulaşıyor. Uzun bir zamana yayılan çekim süreci ve değişen teknik ekibin de bu görünümde payı büyük kuşkusuz. Dolayısıyla bu aşamada yalnızca yönetmeni hedef göstermek anlamsız olur. Onun tüm iyi niyetiyle ve 'çağa tanıklık etmek' maksadıyla kotarmaya çalıştığı proje, ayrıntılarını tam da bilemediğimiz aksaklıkların çelmeleriyle 'heba olmuş' bir çabadan öteye gidemiyor.
Oyunculuklar konusunda da şanssız bir proje gibi duruyor "Benim ve Roz'un Sonbaharı". İdealist gazeteciyi canlandıran Serkan Altunorak'tan başlayıp bütün oyunculara yayılan 'yarım kalmışlık' duygusuyla hareket etmeye çalışan hikâye, Handan Öztürk'ün 'masalsı gerçeklik' peşindeki tarzına uygun bir oyunculuk geleneğine sahip olamıyor böylece. Bu noktada, seçimleri ve oyuncu yönetimiyle Öztürk'ü de eleştirmek kaçınılmaz oluyor. Filmin adına hapsolan çocuk oyuncular da bu görünümden nasiplerini alıyorlar sonuç olarak. Filmin kayda değer tek performansının, saniyelerle ölçülebilecek kısacık rolüyle Serra Yılmaz'dan geldiğini söylersek, bu konudaki zaafın sınırları daha iyi anlaşılır sanırız.
Tarihin darma duman edilip halkların kimliksizleştirilmesi temeline yaslanan, ama bunu 'doğru' bir bütüne ulaştıramayan "Benim ve Roz'un Sonbaharı", yine de beynimizin bir köşesinde yer edip kafamızı meşgul edecek özelliklere sahip. Hafızasız bir toplum olduğumuz için bu türden tanıklıklara fazlasıyla ihtiyacımız olduğu da bir gerçek...