<b>Banyo</b>’ya Asılı Kalmak
Yazar: Ali ErcivanMustafa Altıoklar, ikinci filmi İstanbul Kanatlarımın Altında'dan bu yana, sinemamızın üretken isimlerinden biri. Bugüne kadar şöyle gönül rahatlığıyla "iyi" diyebileceğimiz bir film yapamadı belki ama kimi filmlerinin kısmî olarak başarılı unsurlar taşıdığını da reddedemeyiz. Şimdi Altıoklar ve iki kardeşi, kendi yapım şirketleriyle bellerini doğrultmaya çalışıyorlar. Ve bu şirketin kısa aralıklarla karşımıza çıkacağını tahmin ettiğimiz işlerinden ilki, Banyo adlı sinema filmi.
Bu filmde 3 mekan var. Bu mekanların hepsi de birer banyo. Yan yana 2 dairenin banyoları ile bunları tam karşıdan gören 1 başka banyo. Bu 3 mekanda, 3 ayrı çift ve 1 röntgenci gencin (aslında projesi için araştırma yapan bir sanat öğrencisi) iç içe geçen öykülerini izliyoruz. Bu öykülerin özünde, kadın-erkek ilişkileri, evlilik ve ihanetin doğasına dair tespitler mevcut.
E, hadi başlayalım o halde. Öncelikle şunu söyleyeyim, Banyo kurgusuyla, temposuyla pekala akıcı bir film. Sinema dili açısından göze batan aksaklıkları yok. Bu yüzden, temel sinemasal gereklilikleri bile yerine getiremeyen birçok son dönem Türk filmine kıyasla, temiz bir iş. Fakat sinema dili düzgün her yapıma "iyi film" diyemeyeceğimizi herhalde belirtmeme gerek yoktur.
Banyo'nun temel meselesi şu: Kendisini çok ciddiye alıyor. Filmin özel gösteriminin ardından düzenlenen basın toplantısında sarf edilen kimi sözler de sorunu açıkça gözler önüne seriyor zaten. Altıoklar, bir "sanat filmi" yapmış olduğuna inanıyor. Bir filmin sadece 3 adet kapalı mekanda ve gerçek zamanlı olarak geçmesi midir bu yakıştırmayı sağlayan? İşin içine olayları izleyen bir kamera dahil edip, sinemanın bakış ve röntgencilikle göbek bağına yüzeyde bir temas etmek midir yoksa? Bunlar yeterli midir peki? Amerikan bağımsız sinemasında da sık kullanılan, "kamerasıyla olayları izleyen duyarlı sanatçı çocuk" klişesi, eğreti bir şekilde öyküye iliştirilmişse, fakat filmin aslında "bakmak" üzerine söyleyecek tek bir kelime dahi sözü yoksa, bunu yutacak bir sinema izleyicisi kaldı mı?
Tek tek her biri fazlasıyla teatral oyunculukların da pekiştirdiği vodvil havası içinde, akıcı bir durum komedisi olarak pekala izlenebilir bir film olabilmek varken; Altıoklar, ciddiye alınmak arzusunu bastıramıyor. Büyük sözler etmek istiyor. Kadınlar, erkekler, ilişkiler, ihanetler üzerine. Bu kadar yüksek sesle söylenen bu kadar basmakalıp sözlerin kulağa sadece gülünç veya antipatik geleceğini görmüyor. Ne kendisinin, ne de senaryo üzerinde birlikte çalıştığı, filmin uyarlandığı tiyatro oyununun yazarının birer Shakespeare olmadığı gerçeğini atlıyor. Ve adeta bir Hamlet yaratmaya soyunuyor (filmin finalinde göreceksiniz ki, bu Hamlet benzetmesi boşuna değil. Soyunma çağrışımının boşuna olmadığını ise zaten ilk andan itibaren gözden kaçırmanız imkansız).
"Körler sağırlar birbirini ağırlar" lafını doğrular şekilde, bir kendilerini pohpohlama dalgasına kapılmış durumda Altıoklar ve çevresi sanki. Bu hafta vizyona, ciddiye alınmak için umutsuzca kıvranan bir başka popüler sinema yönetmeninin son çabası da giriyor. Hollywood'dan gelen Ada (The Island) ile Banyo'yu yan yana koyduğunuzda, (karşılaştırma yapmak değil amaç ille de, biz koymasak bile salon işletmecileri iki filmin afişlerini yan yana koyacak bu hafta) hayal gücünün, büyük düşünmenin ne demek olduğunu idrak ediyorsunuz. Bütçelerden, yapım koşullarından değil; öykü anlatmaktan bahsediyorum burada.
Banyo gibi bu denli ufak düşünülmüş bir filmin Türk sinemasında çığır açacağını iddia edebilmek için gerçekten gözlerini ve kulaklarını dünyaya kapamış olmak gerek. Ortada ne şaşırtıcı bir söz, ne de taze bir sinema var. Daha ziyade belden aşağı espriler ve cinsiyetler karşıtlığı üzerine sığ yaklaşımlar var.
Dahiyane bir senaryo, alışılmadık ölçüde yenilikçi bir kurgu falan talebinde değiliz. Baştan da söylediğim gibi, işleyen bir eğlencelik potansiyeli var ortada. Sorun, filmin yaratıcılarının bununla yetinmeyi bilmemelerinde. Seyirciye televizyon skeci tadında bir sinema ve söylem sunup, bunun üstünü sanat filmi sosuyla süslemeye çalışmalarında. Kaldı ki, "sanat filmi yapmak" amacıyla bir sinema işine soyunmuş olmak bile başlı başına nahoş bir hedef. Episodik bir yapı kurmak, Tarantino-vari monologlar yazmaya çalışmak ya da zoraki sinemasal göndermeler uydurmakla (kötü ve bayağı 21 Gram esprisi gibi) bitmiyor iş. Bazı şeyler, ". gibi yaparak" olmuyor, takdir edersiniz ki.
Banyo, hem popüler hem de sanatsal olma gayesinin ikinci kısmında baştan çuvallıyor. Sinema seyircimizin de Seray Sever'in göğüslerinden ve belden aşağı esprilerden daha fazlasını talep ettiğini umuyoruz. Mustafa Altıoklar'a da, etrafına kendisini pohpohlayacak değil, eksiklerini söyleyecek insanları toplamasını tavsiye ediyoruz. Yoksa böyle yerinde saymaya devam edecek ve kendine yarattığı Kaf Dağı'nın ötesindeki rüya aleminden hiç uyanamayacak gibi.