yalnızca bir cemaat kanalına dizi olabilecek kalitede bir yapım... kısacası zamanınıza ve paranıza yazık. en az 20-25 sene önceki okul kıyafetlerine ilişkin bir alan çalışması yapıp yapımı gerçekçi kılmak gerekliliğini filan bir kenara bırakalım. senaristin görebildiğim kadarıyla gerçek amacıyla o zamanlar okullarda kız öğrencilerin pileli etek giyip giymediğini merak edip yapımı buna göre biçimlendirmek gerekliliğinin bağdaşmayacağını gördüm. görüntü ve ses kalitesi ile müziklerin banalliğini de geçelim. lakin selman’ın fakülte binasına girerken aklından geçirdiği düşüncelerde zamanımız buhranlarının sebeplerini ararken içinden geçirdiği 'kimdi tüm bunların sorumlusu?' sorusu esnasında gönderlerdeki bayrakların yarıya inik olması rastlantısının(!), üzerinde özellikle durulmaya değer. şimdi bu soru yönetmene sorulsa gayet pişkince 'ne alaka canım! tamamen tesadüf' yanıtını alacağımıza eminim. ama bir o kadar da ikinci kanalın (!) dilini bilen ve filmi izleyen malum çevrenin verilmek istenen mesajı almış olduğuna eminim. tabi benim gibi dikkatli birkaç gerçek izleyicinin de gözünden kaçmayacaktır. evet, anlaşıldığı kadarıyla yönetmene göre günümüz buhranlarının sorumlusu atatürk. bir yönetmenin siyasal düşüncesine ilişkin olarak bir itirazım olamaz. kabul, herkes atatürk’ün yapıp ettiklerini beğenmek zorunda da değil. sinema dilinde ideolojik bir anlatımla da kesinlikle bir alıp veremediğim yok. ama burada yapılana ilişkin olarak ciddi bir ahlakilik sorunu olduğu açık. filmde bu çevrenin sıkça başvurmayı pek sevdiği kaypaklık, takıyye aleni şekilde göze batıyor. yönetmen, iyi bir yönetmen olsaydı atatürk dönemine ilişkin gerçek düşüncelerini yansıttığı bir filmi, ama illa ki dürüst ve mertçe ortaya koyardı. biz de en azından bu hasletinden ötürü kendisini takdir ederdik. yönetmenin izleyicinin gırtlağından aşağı kendi siyasal ideolojisini tepmeye kalkışmasının sinema estetiği açısından yarattığı sakatlığa da zaten başında değindim. kısacası 'imam hatipte okuyan harbi çocuk olur, başka okuldakiler fasaryadır' şablonlaştırması, insanları iyiler, kötüler ve arada kalmış olanlar biçiminde kesin çizgilerle ayırması (kötüler de zaten illa ki hep gece klübünden çıkmayan, bütün kötü alışkanlıklara müptela tiplerdir), psikoloji ve psikiyatri bilimlerini yadsıyıp insanların tüm manevi sorunlarından kurtulmasının aslında dine dönmekle son derece kolay gerçekleşeceği (psikolog tiplemesindeki karikatürizasyonda pespayelik artık resmen diz boyu), 28 şubatla olan hesaplaşmanın 'tamamen masum dindar'a zulüm eden 'zalim iblisler' biçiminde gerçeklikle ne kadar örtüştüğü tartışmalı ve yine son derece banalce işlenen önermeler (her kapıdan geri çevriler başörtülü şehit annesi tiplemesi: gündelik basının bayağı demagojisinin sıradan bir örneği... türkiye’de örf ve adetlerimize göre başkasının bile olsa cenazeye giderken başını göstermelik de olsa örtmeyen bayan var mı???)... tüm bunlar bir yönetmen film yapmak yerine 'tebliğ' yapmaya koyulursa sinema adına ne kadar kötü örnekler çıkabileceğini iyice göstermiş. sayın yönetmen 26 ekim tarihli günaydın’a 'dindarlığımı öne çıkarttım, dışlandım' şeklinde bir beyanatta bulunmuş. allah kabul etsin, kimsenin diniyle, imanıyla alıp veremediğimiz yok. ama düpedüz kötü film yapıp da kabahati başkalarına yüklemek, hele bunu bir de 'din karşıtlığı', 'din düşmanlığı' yaftalarına sarıp bürümek, bir sanatçıya hiç ama hiç yakışmıyor. yönetmen festivallere çağrılmamasını elinde olmayan imanmetrenin sonuçlarına bağlayacağına yaptığı filmlere bir baksın. sayın izleyici, aman dikkat! uçaktan inip de hiç başka yer kalmamış gibi apronda namaz kılan çifti ayıplayanları 'din düşmanlığı' yapmakla suçlayan seviyesizlik sinemaya bari sıçramasın.