Hatalar ve Hatalar...
Yazar: Ali ErcivanMesut Uçakan'ın son filmi Anka Kuşu: Bana Sırrını Aç,The İmam gibi benzerlerinden farksız olarak, sözde Batı tarzı bir yaşantı sürdürürken mutlu olmayan ve nihayetinde özüne dönen bir erkek karakter etrafında dönüyor. Karakterimizin o dönemde faili meçhule kurban giden gazeteci babası aracılığıyla, önce 12 Eylül dönemine bir değiniyor. O dönemde sadece solcular yanmadı, diyor. Sonra Salman adlı bu çocuğun gençlik ve yetişkinlik süreçlerini izliyor.
Bir sinema yönetmeni olan Salman, babasının dindar kinliği nedeniyle hayatını kaybettiğini bildiği için, onun ölümünden sonra dine sırtını döner. Gerçeklik, ölümsüzlük gibi kavramlara fazlasıyla kafasını takmış biridir. Babasının ona verdiği ve içinde bir Anka kuşunun saklandığını söylediği küçük tahta kutuyu açabileceği günü beklemektedir. Ama bunun için önce kuşun öttüğünü duyması gerekmektedir. "Ötmeden kutudan çıkarma kuşunu" diye tembihlemiştir çünkü babası o küçükken.
Her Türk filmini başarısız buluyorum gibi gözükmek istemiyorum ama her izlediğim yeni Türk filminde çıtanın biraz daha aşağı çekildiğini gördükçe elimden başka türlüsü de gelmiyor doğrusu. Anka Kuşu'nu başarısız yapan unsurlara geçmeden önce, esas sorunun genel bir özensizlik olduğuna inandığımı söylemeliyim.
Bir filmi bitirmeye çalışırken, özellikle de o filmi bu denli sahiplendiği anlaşılan bir yönetmenin çok daha mükemmeliyetçi bir yaklaşımı olmasını bekliyor insan. Fakat sanat yönetiminde görmezden gelinen dönem detaylarını; oyuncuların kendini her an belli eden ağır yüz makyajlarını, kiminin dikkat dağıtıcı şekilde takma sakallarını; kimi sahnelerde ne olup bittiğini, neden bahsedildiğini bile anlamamıza engel olan diyalogları ve oyunculukları gördükçe, Mesut Uçakan gibi yıllarını bu mesleğe vermiş birine olan güvenimiz sarsılıyor.
Filmin içinde, Salman'ın çektiği yeni filmden bir sahneyi izliyoruz birçok defa. Oyuncular değişiyor, belki haftalar geçiyor ama yönetmen bir türlü tatmin olmuyor. Salman'ın burada çekmeye çalıştığı sahneye başka bir açıdan bakmadan önce, yönetmenin mükemmeli arayışına dair bir veri olarak görelim. Kimine sette, kimine montajda ve/veya miksajda müdahale edilmesini bekleyeceğimiz o kadar çok detay var ki Anka Kuşu'nda. Bir yönetmenin filmine bu haliyle nasıl tamam dediğini anlamak zor.
Salman'ın çektiği sahnenin ise kendi içinde daha başka bir problemi var. Örnek olarak sadece bu tekrarlanan sahneyi seçtim yazıma, lafı çok fazla uzatmamak için. Bu sahnede, entelektüel bir adam, evinin salonunda oturmuş dünyaları kurtarmaya çalışırken, karısı da kan ter içinde temizlik yapıyor. Ve adamın karısına dönüp "Nedir gerçek?" gibi bir soru sormasıyla başlayan diyalog sahnesini izliyoruz. Ancak Salman sahneden bir türlü memnun olmuyor. Kadın oyuncuyu kovup yeni bir aktris arıyor. Bu dönemde de yıllarca aradığı çocukluk aşkına rastlıyor. Oyunculuk yapan bu genç kadını filminde oynatmaya karar veriyor. Ama yine de sahne bir türlü istediği gibi doğal olmuyor. Çünkü, uyuşturucu bağımlısı ve geçmişinde çeşitli batakların içinde kalmış olan bu kadının rolü doğru oynayabilmesi için Salman'ı anlaması ve sevmesi gerekiyor önce.
Fakat film boyunca seyirci Salman'dan farklı düşünmeden edemiyor bu sahneyle ilgili. Çünkü yönetmenin beğenmediği kadın oyuncuyla beğendiği erkek oyuncu arasında da pek fark yok görünürde. İlk andan itibaren, sorun oyuncularda değil diyaloglarda diye düşünüyor insan. Ve Salman bunu fark etmedikçe artık perdeye haykırmak istiyorsunuz bunu. Çünkü sorun gerçekten de hiç doğal olmayan diyaloglarda. Kimi getirirseniz getirin o sahne iyi olmaz. Ve anlaşılıyor ki Salman'dan önce Mesut Uçakan bunun farkında değil. Temizlik yapan zavallı karısına "Nedir gerçek?" diye soran bir adamdan bahsediyoruz. İlk anda komik geliyor insana (maalesef çoğu noktasında komik olmaktan kurtulamıyor Anka Kuşu) ama bir yerden sonra gülmek de mümkün olmuyor.
Aynı sahne içinde önce başlayan, sonra kesilen ve sonra yeniden başlayan, yüksek dozajdaki müziklere de özellikle değinmek istiyorum bu sefer. Geçtiğimiz hafta Sıfır Dediğimde filmi için yazdığım eleştiride, o filmin müzik problemlerine dair yorumlarımı es geçmiştim. Fakat bu hemen her Türk filminde karşımıza çıkan bir sorun olunca, özellikle vurgu yapmak ihtiyacı duyuyor insan. Bizim sinemacılarımızın önemli bir kısmı, hala müzik kullanmak konusunda başarısız. Ya vermeyi başaramadıkları anlamı müzikle anlaşılır kılmaya çalışıyorlar, ya da öyle yukarı çıkıyor ki müzikler, etkiyi hepten yok ediyor. Bu sorunu ne zaman aşacağız Türk sinemasında?
Anka Kuşu, ahlaki olarak da yanlış yargılarda bulunuyor çoğu zaman. Kendince Batı tarzı yaşamı tanımlamak için seçtiği tüm imgeler, '80'lerin video filmlerinden fırlamış gibi kaba ve yüzeysel. Kahraman olarak tanımladığı adamı duygusal bağ kuramayacağımız, psikolojik açıdan sağlıksız biri olarak çizdiğinin farkında değil sanki yönetmen. Ve bu karakter üzerinden, Batı tarzı modern bir yaşamı yerip, ahlaki bir doğruya varmayı umuyor. Ancak esas yanlış olan, aslında hiç tanımadığı için böylesine gerçeklikten kopuk yansıttığı, kendi bakış açısına göre "ahlaksız" bu insanlar nezdinde seyirciye ders vermeye çalışması.
Türk sinemasının haline, her hafta başka kötü filmler izlediğimize mi yanalım; kendini Matrix ile mukayese eden bir projenin, dini içerikli herhangi bir televizyon kanalında yayınlanan vasat televizyon dizilerini aşamayan düzeyine mi? Çıplak ellerimizle taşı ezip toza dönüştürmek arzusu mu izlettirecek bize bu filmi? "Modern yaşamı sorgulayan duyarlı insan" tek başına bir sinema malzemesi değil. Anlatacak sağlam bir öykünüz yoksa, geriye sadece haddinden büyük laflar kalıyor. Artık film yapanların bunu görmesi gerek.