Ali?nin Sekiz Günü
Yazar: Murat ÖzerCemal Şan'ın 'Sekiz Gün' üçlemesinin ilk filmi "Zeynep"in üzerinden uzun zaman geçtikten sonra "Dilber" ve "Ali" bölümleri arka arkaya gösterime girdi. Böylece üçleme festivallerden sonra seyirci gözünde de tamamlanmış oldu. Çeşitli festivallerde gösterilip ödüller (özellikle oyuncu ödülleri) alan "Dilber'in Sekiz Günü"nü ayrı bir yere koyduğumuz bu üçlemenin son halkası olan "Ali'nin Sekiz Günü", bizlere bir 'tutunamayan' hikâyesi anlatırken, bir yandan da kahramanın 'kara sevda'yla olan teşvik-i mesaisini yansıtıyor. Daha doğrusu yansıtmaya çalışıyor.
Serdar Orçin'in canlandırdığı 'bakkal Ali' karakterini merkeze oturtan öykü, onun yalnızlığını vurguluyor önce. Ardından mahalleye yeni taşınan güzel bir kadına olan platonik aşkının yansımaları giriyor devreye. Onun için yeni bir heyecan anlamına gelen bu genç kadın, giderek kahramanın tekdüze dünyasını altüst eden bir işlev üstleniyor. Öte yandan Ali'nin iletişim kurma özrünün getirdiği dezavantajları aşması da mümkün olmuyor, olamıyor. Kadından gelen 'sinyaller'i değerlendirdiğindeyse bu kara sevdanın sarpa sarmasıyla yüz yüze kalıyor kahramanımız (yani anti kahramanımız)...
Bu hikâyenin bizlere anlattığı 'iletişimsizlik' problemi, özellikle 'sıkışmış' bir karakterin hezeyanlarıyla anlamlanıyor. Anlamlanıyor diyoruz ama onun hayatla olan 'bağsızlık'ının açılımlarını yeterince derinleştiremiyor Cemal Şan'ın senaryosu. Bu eksiklik, giderek hikâyeden de koparıyor ve bir türlü ilerlemeyen bir yapıyla buluşturuyor bizleri. Ali'nin geçmişiyle ilgili minik ipuçları veren senaryo, bunları asıl öyküye yedirip değerlendirme konusunda da oldukça 'sıkıntılı' bir görünüm sunuyor. Serdar Orçin de yeteneklerini sergileyebileceği bir alan bulamıyor böylece.
Zeki Demirkubuz'un "Yazgı"sındaki karakterine benzer bir beden dili üzerinden hareket eden aktör, hikâyenin inandırıcılık zaafiyetinden epeyce bir zarar görüyor ve Ali'yi bir 'karakter' olarak benimsememizi sağlayacak derinliğe ulaşamıyor. Filmdeki uzun monoloğuyla oyunculuk adına meşakkatli bir işin altına giren ve buradan alnının akıyla çıkan Begüm Birgören ise sinemasal tatlar bırakmayı başarıyor damağımızda. Ama ondan da daha fazlasını umuyor ama bulamıyoruz.
Yine de Cemal Şan'ı kısa süre içinde kotardığı üçlemesiyle takdir etmek gerek diye düşünüyoruz. Birinci ve üçüncü bölümlerle vasatın altına düşen, ama ikinci halkayla üçlemenin şanını kurtaran senarist-yönetmen, günümüz Türkiye'sinin çeşitli toplum katmanlarındaki karakterlerin iletişim sorunları üzerine düşünüp tartışmayı getiren bir bütün üzerinden hareket ederek, sosyolojik bir saptamanın da yapılmasına ön ayak oluyor böylece. Zeynep, Dilber ve Ali karakterlerinin birer 'simge' haline gelebilmesi için elinden geleni yapıyor Cemal Şan, ama final aşamasında karşısına çıkardığı 'duvar'la da bu fırsatı tepmiş oluyor.