Ortalama puan
4,2
100 Puanlama
Sevmek Zamanı hakkında görüşlerin ?

16 Kullanıcı yorumları

5
8 Eleştiri
4
4 Eleştiri
3
4 Eleştiri
2
0 Eleştiri
1
0 Eleştiri
0
0 Eleştiri
3,5
24 Ağustos 2010 tarihinde eklendi
saf , yalın , sade , ilginç ve etkileyici bir aşk filmiydi ... zamanına göre de çok ilerde bir yönetmenlik vardı filmde ... mekanlar , yakalanan görüntüler , atmosfer vs. kusursuz du ... ayrıca film tipik türk-aşk filmlerinin aksine , benide biraz ters köşeye yatıran bi finalle bitiyor ... türk sinemasının en güzel örneklerinden ... 10/8 ...
3,0
10 Ağustos 2011 tarihinde eklendi
"Sevmek Zamani" yillardan beri izlemek istedigim bir filmdi. Konusunu çok önceden biliyordum ve konusunu ilk duydugumda beni baya sasirtmis ve merak uyandirmisti.
Dün filmi izleme sansi buldum ve beklentilerimin yüksek olmasi sebebiyle de filmi çok begenemedim.
Atmosfer, müzikler ve dönemine göre çok ilerde bir yapim olmasi gibi özelliklerini kesinlikle göz önünde bulunduruyorum bu elestiriyi yaparken ama film günümüzde ne yazik ki etkileyemiyor.
Bir ask hikayesi anlatiyor film ve sizi bu askin etkilemesi lazim filmin içerisine girebilmeniz için -filmin konusu da okursaniz- bu kadar ilginç bir askin sizi etkileyebilmesi kolay degil. En azindan beni etkileyemedigini söylemeliyim. Deneysel bir çalisma olarak izlenilmeli diye düsünmekteyim.
3,5
22 Şubat 2011 tarihinde eklendi
Klasik yeşilçam filmlerinden çok farklı bir senaryosu ve anlatımı var bu filmin.. zaten bu nedenle güzel ve farklı bir aşk filmi.. yaklaşık 50 yıl önce çekilmesine rağmen günümüz filmlerini aratmayan bir akıcılığa sahip.. siyah beyaz istanbul manzaraları da çok hoş.. fakat beni rahatsız eden bir şey vardı.. müzik kullanımı çok kötüydü bence.. genellikle sahnelerle hiç alakası olmayan fon müzikleri kullanılmış.. ve türk sanat müziği şarkısı dinlermiş gibi hissediyor insan zaman zaman.. yine de belli bir etkisi olan ve son derece farklı senaryosuyla akıcılığı sağlanan güzel bir film.. 7/10
4,0
11 Mart 2012 tarihinde eklendi
Alıştığımız "Yeşilçam" filmlerinden biri değil. Tarzının farklılığı ve o dönemdeki Avrupa sinema tarzına yakınlığı ilk sahnelerden belli ediyor kendini. Çekimler, mekanlar, adeta bir Luchino Visconti, adeta bir Vittorio De Sica izlediğimi düşündürttü bana. Kenter'in puslu bakışları ve hisli oyunculuğu, Özcan'ın inandırıcılığı, arka planda sürekli çalmakta olan, filmin ruhuna hizmet eden müzikleri, mekanlar, hepsi de ayrı ayrı "Sevmek Zamanı"nı benzersiz yapan unsurlar. Ara sıra bilindik "Yeşilçam" çizgisine dönse de, toplamda baktığımızda ülkemiz sineması açısından izlenmesi, izletilmesi gereken, üzerine konuşulması gereken bir eser. Filmin merkezinde "surete aşık olmak" var. Eğer hikayeye girebilir ve kendinizi karakterler ile özdeşleştirebilir iseniz, etkilenmemeniz zor. Günümüzde de böyle stilize filmler görmek ne hoş olurdu. Ancak ne yapılırsa yapılsın, siyah-beyazın kattığı o derin anlam kolay kolay katılamayacaktır. Erksan sağlam bir iş çıkarmış, önemli bir eser bırakmış.
5,0
1 Ağustos 2008 tarihinde eklendi
çekildiği dönemde tahminimce dönemin seyirci profilinden dolayı sinemada gösterilme şansı bulamayan bir başyapıt.kadrajlar çok iyi.o günün türkiyesinde tekniği de çok beğendim kamera hareketleri çok anlamlı ve yerinde.o dönemin türk sineması sınırlarının çok çok üstünde bir film.
5,0
12 Şubat 2009 tarihinde eklendi
Bazı noktalarda klişeleşmiş diyaloglar var diye filmi çok aşırı derecede eleştirmişler.Ben sadece hikayesinin güzelliğini ve filmin adeta mükemmel bir fotoğraf karesi olduğunu söyleyeceğim.Hikayedeki aşk sinemada anlatılan en derinlikli aşk hikayesidir.Müzik kullanımında biraz problemler olduğu doğru lakin yıl 1965 ve söz konusu olan Türk sinemasının bebeklik dönemi ! Issız Adam eğer aşk filmiyse bence bu film onu dörde katlar ve yüz binle çarpar.Hakkı 10
4,5
19 Aralık 2010 tarihinde eklendi
Yılına göre iyi demeyeceğim çünkü bu film sonsuz bir film yılların asla eskitemeyeceği kadar güzel bir film.Bu filmde farklı birşey var her filmde olan aşk var ama bu aşkı anlatış biçimi çok farklı izleyin farkı anlayacaksınız...
5,0
2 Temmuz 2008 tarihinde eklendi
Türk Sinemasının Başyapıtlarından
Kanımca Nuri Bilge Ceylan sinemasına ışık tuttu bu film. Manzaralar , masum yüzler hepsi şahane
4,0
10 Temmuz 2024 tarihinde eklendi
Ben sana değil resmine aşık oldum repliğiyle hafızalara kazınan bir yapım 8/10
5,0
21 Ocak 2011 tarihinde eklendi
ask ancak bu kadar somutlastirilarak anlatilabilirdi.filmin kurk mantolu madonnadan etkilenme ihtimali oldukca yuksek bu konuda..kesinlikle ozledikce izlenmek uzere arsive eklenmesi gereken bir yapim.
3,5
25 Ocak 2016 tarihinde eklendi
Başar – (Meral’e) Delilik sana da bulaşmış!

Andre Bazin, “Fotoğraf Görüntüsünün Varlıkbilimi” adlı makalesinde, “Bütün sanatlar insanın varlığı üzerine kuruludur; ancak fotoğrafçılıktadır ki insanın yokluğundan zevk alırız” der. Yani fotoğrafa müdahil olmayan fotoğrafçı, deklanşöre basan kişi kendi varlığını yadsır. Bunu göze alarak fotoğrafı ve dolayısıyla çektiği görüntüyü yüceltir. Fotoğrafta yüceltilen canlı varlık ya da nesne, fotoğrafçının iradesiyle oluşan bir görüntü olmasının acısını çıkartırcasına, onu yadsır; görmezden gelir. İlk bakışta onu oluşturanı bencilce saklar, bakan kişinin onu görmesini istemez. Ve Bazin devam eder: “Bu gri ya da kara, hayaleti andıran, hemen hemen ayırt edilmez gölgeler artık geleneksel aile portreleri değildir; bunlar süresi içinde durdurulmuş, yazgılarından kurtarılmış hem de sanatın saygınlığıyla değil, duygusuz bir mekaniğin özelliğiyle kurtarılmış yaşamların coşkulandırıcı varlığıdır; çünkü fotoğrafçılık, sanat gibi, sonsuzluğu yaratmaz, zamanı mumyalar, onu kendi bozulmasından kaçırır”.

Sağanak yağmur altında, adada, enfes bir kaydırmalı çekimle açılan film, köşklerin iç süslemelerini ve boyasını yapan Halil’in (Müşfik Kenter) devasa bir portreye, surete âşık olması üzerinedir. Adada, sonbaharda, Türk Sanat Musikisi’nin en dokunaklı nağmelerinin altında, Halil 1 yıl boyunca her gün portrenin olduğu köşke bir hırsız gibi girmekte ve o suretin karşısına geçip saatlerce onu seyretmektedir. Ustası derviş Mustafa (Fadıl Garan) ile birlikte, adadaki köşklerin iç süslemelerini, boyamalarını yapmaktadırlar. Ada, anakaradan kopan bir parça olması sebebiyle ve özellikle sonbaharda bu koparılmışlığı ve yalnızlığıyla daha da hüzünlü görünmektedir içindekilerle.

Filmin en başında, Meral’in resmini seyrederken –film boyunca resim denilir- kıza yakalanmasıyla durumu zorlaşır Halil’in. Mevcut durumun bozulmasını istemez. Ama büyü bozulmuştur bir kere. Metin Erksan, filmin en başında büyüyü bozarak, üstüne sinemanın büyüsünü bindirir.

Halil, Meral (Sema Özcan) ile ikinci kez karşılaştığında, elinde ekmek ve kahvaltılık vardır. İşte bu acımasız gerçekliğe teslim olmamak için bir surete aşık olmuştur Halil. Kendi aşkından beslenir; onu büyütür; besler; çoğaltır ve kendi aşkından suretin aşkını da doğurur. Halil, “benimle resim arasına girme; istemiyorum seni” der Meral’e. Fiziksel anlamda nesne olan fotoğrafın/suretin bu şekilde sevilmesi onu bambaşka bir yere koyar. Bir sanat eseri ya da ihtiyaç objesi de değildir oysa. Sanal olmaması da onu bu tür fantezilerin dışında tutar. Fotoğraftaki suret, elle tutulabilir olmasıyla bir melez türe dönüşmüştür. İnsan ancak bu kadarını yaratabilir. Halil, suretin sahibini inatla reddederek, bunu yapmaması durumunda başına gelecekleri bilir. Bu “bilme hali” onu surete daha da bağlar. Halil sureti o kadar derinden sever ki, o görüntünün, bakışların bile bozulacağından korkar. Meral’in devasa portresinin kendine hep aynı şekilde bakmama ihtimali, bunu düşünmek, aklının derinlerinde hapsettiği çılgınlığın çıkardığı zincir şıkırtılarıdır. Suretteki durağanlık, aynı zamanda kendi iç dünyasındaki dengeleri de koruduğundan onu bir ihtiyaç haline getirmiştir. Günümüzde bu durumu hastalıklı, takıntılı bulanlar, kendi iç dünyalarındaki boşluğun farkına varamamaktadırlar.

Meral’in devasa portresi ile iletişime geçen Halil, bir gönderen olarak bütün düşüncelerini bu surete/kaynağa gönderir ve değişmiş/arınmış olarak, -istediği şekilde- geri alır. Bu tarafıyla bu devasa portre Halil için, vazgeçilemez bir geri besleme görevi yapar. Meral, bu “kusursuz” iletişim sistemine dahil olmak isteyerek tüm dengeleri altüst eder. Çünkü Meral’in kendisi insana özgü tüm tutarsızlığıyla, tahmin edilemezliğiyle, hareketli bir canlıya özgü tüm davranışlarıyla, sistem için kabul edilemez bir konumdadır. Ayrıca yaşayan bir organizma olarak iyi bir iletken olmaması dezavantajıdır.

Halil’in düş gücü suretin ötesine yönelik olduğu için, gittiği diyarlardan izleri takip ederek kolayca geri gelebilir. Hep aynı kapıdan çıkıp, aynı kapıdan geri gelen biri gibi, surette de bir değişim olmayacağını bilir ve onu bir tür geçit olarak kullanır. Hatta bir değişimin olduğunu, olabileceğini hayal ederek, kendine küçük, tatlı korkular bile yaşatabilir. Bu dehşetli potansiyeli elinde tutmak ona benzersiz, bencil hazlar sunar. Sureti bir değişmeyen olarak kullanarak, bencilce her türlü değişimin tadını çıkarır. Her türlü oyunu oynar; denemeyi yapar. J.Baudrillard’ın “Simülasyon Kuramı”ndan daha insancıl gözükse de, bu tarz bir bencilliğe kızar, ustası derviş Mustafa. “Ona gitmediğin için, suretiyle yetindiğin için kötü bir adam oldun” der Halil’e.

Bitmiş bir işi ölüme benzeten, ustası Mustafa bilir ki, her bitirdiği işle biraz da kendi ölür. Halil’e, Meral’i reddettiği için kızar. Bu aşkın bu şekilde yarım kalması, onun için huzur bulamayan, bir türlü ölemeyen birinin çektiklerine benzer.

“Aşkta yalnız ve cesur olmayı sen öğrettin bana…” diyerek bir veda mektubu bırakan Meral, adadan ayrılır. Aynı aşkla yanmaya başlayan Meral, Halil’in aşkının gerçek öznesi olarak aynı yöntemi seçmeye hazırdır artık. Bu da Halil’i cezbeden bir durum, varlık halidir. Bir pervane böceği gibi yanmaya, Meral’in yaktığı ateşin etrafında dönmeye gelir Halil.

Seyirci, surete Halil gibi bakamayacağından, kahramanla özdeşleşmekte zorlanabilir. Seyirci bunu başarabildiği ölçüde Halil’e yaklaşır ve bu derinliği hisseder. Ada ayrılığı simgeler. Bu yüzden kavuşma yeri olamaz. Adada kalan da, adadan ayrılan da aynı ayrılık acısını çeker.

Meral adadan döndükten sonra, karlı bir kış gününde, ıssız bir yolda, ayakları çıplak bir şekilde, Başar’ın (Süleyman Tekcan) arabasından inerek yokluğu seçtiğini, buna hazır olduğunu Halil’e ispatlar. Meral, Halil’in mertebesine yükselmiştir artık. Halil de onu bu şekilde sevmeye hazırdır. Dışa karşı beraberce mücadele edebileceklerdir artık. Zorlukları, sıkıntıları beraberce atlatacaklardır belki de.

Buraya kadar alışık olduğumuz film kalıplarını yerle bir ederek bize eşsiz bir deneyim yaşatan film, gerçek ve alışıldık bir filmde olacakların suyuna dümen kırar. Halil’in korktuğu seyircinin de başına gelmiş olur böylece. Bir surete âşık olan Halil gibi, bu filme aşık olanlar da bu andan itibaren, olayların klasik film görünümüne geçmesiyle, bu büyünün bozulduğunu fark ederler. Olması gereken de budur aslında. Hayat devam etmeli, herkes işini yapmalıdır. Fırıncı ekmek yapmalı, kasap et kesmeli, kunduracı pabuç dikmelidir. Yönetmen de bu filmi gösterime sokabilmek için –maalesef hiç gerçekleşmemiştir- bu tarafa, bize doğru kırmalıdır. Her birimiz miskin, düşkün veya derviş değilsek, bunu bu hayatta kalma arzusuna, mutlu olma dürtüsüne/bencilliğine borçluyuz.

Filmdeki mekanlar, planlar ve çekimler, Halil’in surete aşık olması gibi seyirciyi de kendine hayran bırakacak türden. İstanbul’u, adaları, o dönemi tüm ıssızlığı, yalnızlığı ve kederiyle yansıtmayı çok iyi başaran görüntüleriyle eşsiz bir film. Müşfik Kenter, Halil’i ete kemiğe büründürerek ne kadar büyük olduğunu, 33 yaşındaki olgun görünümüyle ispatlıyor. Meral’i oynayan Sema Özcan, duru ve kırılgan güzelliğiyle, Halil’i anlamayı başarıp film boyunca dönüşen Meral’i çok iyi canlandırıyor. Ayrıca Halil’in ustası derviş Mustafa’yı oynayan Fadıl Garan’ın, Mao Tse-Tung'la birlikte, Lev Troçki'nin öğrencisi olduğunu söylüyor Metin Erksan, 80 dakika süren söyleşisinde. 1965’de genç olmak, yutkunmak ve aynı tanıdık sıkıntının günümüze kadar gelen uzantısı. Belki de bu uzantıdan beslenerek, belli belirsiz izlerini takip ederek aydınlığa çıkacağız; anı hapsederek, canlıyı durağan hale getiren fotoğrafların kılavuzluğunda.
5,0
8 Mayıs 2009 tarihinde eklendi
Seyrettiğim en iyi aşk filmlerinden birisi. Aşktan beklenmesi gerekenin ne olduğunu insanın gözünün içine sokuyor.
Filmin her anı ayrı bir kare, ayrı bir fotoğraf...
5,0
20 Aralık 2024 tarihinde eklendi
Metin Erksan’ın 1965 yapımı Sevmek Zamanı, Türk sinema tarihinde bir dönüm noktasıdır. Hem estetik hem de tematik açıdan dönemin diğer filmlerinden ayrışan bu eser, bir adamın bir kadın portresine duyduğu aşkı anlatır. Ancak bu aşk, alışılagelmiş bir duygu yoğunluğundan çok, soyut bir tutkuyu ve insanın algı sınırlarını zorlayan bir bağlılığı temsil eder.

Portreye Duyulan Aşk
Film, adanın melankolik atmosferinde yaşayan boyacı Halil’in (Müşfik Kenter), çalıştığı evin duvarında asılı bir kadın portresine aşık olmasıyla başlar. Halil’in bu aşırı idealize edilmiş aşkı, portrenin sahibi Meral (Sema Özcan) ile yüz yüze gelince beklenmedik bir çatışma doğurur. Meral, Halil’in kendisine değil, yalnızca portresine aşık olduğunu öğrendiğinde, bu durum hem trajik hem de büyüleyici bir hal alır.

Halil’in portreye olan aşkı, maddi dünyadan kopuk bir “idea” arayışıdır. Bu aşk, insan ilişkilerinin kusurlarıyla çatışırken, Sevmek Zamanı metafizik bir sorgulamaya dönüşür. Bu, Erksan’ın, insan doğasını ve aşkın soyutlanmış hallerini irdeleyen bir yaklaşımıdır.

Estetik Bir Devrim: Görsellik ve Yönetmenlik
Sevmek Zamanı, yalnızca hikayesiyle değil, görsel anlatımıyla da Türk sinemasının o dönemdeki anlayışına meydan okur. Erksan, siyah-beyaz sinemanın sınırlarını estetik bir şekilde zorlar. Film boyunca, ada manzaralarının melankolisi ve suyun sürekli tekrar eden görüntüsü, karakterlerin ruh hallerini yansıtan bir metafor olarak kullanılır.
Erksan, ışık-gölge oyunlarıyla Bergman ve Tarkovsky gibi ustalara selam çakar. Görüntü yönetmeni Mengü Yeğin’in kadrajları, karakterlerin yalnızlık ve içsel çatışmalarını adeta tuvale işler. Erksan’ın tercih ettiği statik planlar, izleyiciyi hem bir tabloya bakar gibi hissettirir hem de hikayenin durağanlığını ve kaçınılmazlığını vurgular.

Metin Erksan’ın Filmografisinde Yeri
Metin Erksan, Türk sinemasında anlatısal ve estetik sınırları zorlayan bir yönetmen olarak bilinir. Susuz Yaz (1964), toplumsal gerçekçiliği ve Anadolu’nun sert dokusunu ustalıkla işlerken, Sevmek Zamanı, soyut bir duyguyu ve bireysel bir trajediyi ele alır.

Bu iki film arasındaki fark, Erksan’ın anlatım araçlarını ne kadar çeşitlendirebildiğini gösterir. Susuz Yaz, köy hayatının toplumsal dinamiklerini ve su mülkiyeti üzerinden sınıfsal çatışmayı işlerken, Sevmek Zamanı, modern şehir insanının içsel çatışmalarına yönelir. Bir anlamda, Erksan, toplumsal gerçekçilikten bireysel psikolojiye geçiş yapar.
Acı Hayat ve Kuyu gibi filmlerindeki şiddetli duygusal çarpışmalar, Sevmek Zamanı’nda yerini dingin ve meditatif bir atmosfere bırakır. Ancak, bu dinginlik aldatıcıdır; Halil ve Meral’in arasında geçen diyaloglar, duygusal bir fırtınayı alttan alta hissettirir.

Türk Sinemasında Sevmek Zamanı
Türk sineması 1960’larda melodramlarla ve Yeşilçam’ın belirli kalıplarıyla anılırken, Sevmek Zamanı, bu akımı kökünden sarsar. Film, ticari sinemanın beklentilerine uymayan yapısıyla başlarda geniş bir izleyici kitlesine ulaşamasa da, günümüzde kült statüsüne kavuşmuştur.
Erksan’ın sanatsal vizyonu, filmdeki her kareye işlenmiştir. Bu, onun dönemin sinema anlayışına meydan okuduğunun bir göstergesidir. Bir anlamda, Sevmek Zamanı, Türk sinemasının “bağımsız film” kategorisine yakın duran ilk örneklerinden biridir.

Film, modernizm ve minimalizmin izlerini taşır. Dönemin melodramlarına kıyasla, aşka bakışı oldukça felsefidir. Bu da onu, yalnızca Türk sineması içinde değil, dünya sineması bağlamında da önemli kılar.

Aşkın Ötesinde: Zaman ve Mekan
Sevmek Zamanı, aşkın fiziksel ve maddi bağlardan kopmuş bir haliyle ilgilenir. Erksan, bu hikaye üzerinden zamana ve mekana olan bağlılığı sorgular. Halil’in aşkı, yalnızca geçmişte asılı kalmış bir anı idealize etmek değil, aynı zamanda bu idealin bozulmasını reddetmektir.

Film, adeta izleyiciyi bir rüyaya sürükler. Karakterlerin diyalogları, gerçek dünyadan çok bir tiyatro sahnesine aittir. Bu teatral anlatım, filmi klasik melodramların klişelerinden uzaklaştırır ve onu sinemanın bir sanat formu olarak öne çıkarır.

Son
Sevmek Zamanı, Türk sinemasının cesur ve sıra dışı bir örneğidir. Her izleyişte yeni bir anlam katmanı açan, görselliğiyle büyüleyen ve felsefi alt metinleriyle düşündüren bu film, Metin Erksan’ın sanatçılığının zirvesidir. Aşkı bir portrede, bir idealde ve bir insanın derinliklerinde arayanlar için vazgeçilmez bir eserdir. Türk sinemasında her zaman yerini koruyacak olan bu başyapıt, yalnızca bir film değil, sinema tarihine kazınmış bir şiirdir.
4,0
29 Temmuz 2024 tarihinde eklendi
Sadece müzik uyumsuz. Mubi'nin restarasyonu harika olmuş. Seyrettiğin en güzel siyah beyaz yerli film diyebilirim. Eski İstanbul'u, Adalar'ı özleyenler mutlaka seyretmeli.
5,0
8 Şubat 2020 tarihinde eklendi
Türk Sineması'nın kesinlikle şaheseri. Konu ya da diyaloglar zaten müthiş ancak kamera çekim planları, mekanlar, ışık ve atmosfer tam bir Fransız Yeni Dalgası... Ayrıca Metin Erksan çoğu filminde yaptığı gibi burada da sonu izleyiciye bırakırıyor. Yani sıradan bir film izler gibi sonu bağlamayın. Biraz geniş düşünün derim :)
Daha Fazlasını Göster