Bir <b>Tramvay</b> Gibidir Ülkem...
Yazar: Ali ErcivanOlgun Arun'un filmi Tramvay yaklaşık 3 yıldır vizyon şansı bekliyordu. Bir Film'in sahip çıkmasıyla nihayet sinema salonlarımıza ulaşan yapım, dijital kamerayla çekilmiş ve düşük bir bütçeyle gerçekleştirilmiş. Yapım koşullarına müsait bir öyküsü olduğu da söylenebilir. Porno filmler gösteren bir sinema salonunun işletmecisi, salondaki kayıp bir koltuk yüzünden oğlunu ağır bir şekilde döver ve kovar. Travma geçiren genç adam, kendisini iyice gaza getiren ikiyüzlü arkadaşıyla birlikte Taksim Meydanı ile Tünel arasında çalışan tramvayı, içindeki yolcularla birlikte rehin alır. Bir milli maç gecesinde, neredeyse tamamı bu tramvayın içinde geçen ve gerçek zamanlı olarak ilerleyen filmde, iyice kontrolden çıkan işler kanla çözülecektir.
Sanırım sinemamızın temel sıkıntılarından biri de Türkiye üstüne büyük laflar etmek, yargılarda bulunmak ve dersler vermek derdindeki sinemacılarımız. Bu tramvay, bir nevi Türkiye metaforu olmalı mı? Türkiye'nin farklı ve karşıt kutuplarını biraraya getirip onların gözüne bazı mesajlar sokmak yerine, sadece küçük bir öykü anlatmaya odaklanılamaz mı? Küçük olanı, az olanı anlatmak; şüphesiz belli bir olgunluk gerektiriyor. Sinemacılık açısından olgunluk, öykü anlatıcılığı açısından olgunluk, bir aydın olarak olgunluk. Tramvay ise ne yazık ki hiçbir açıdan ölçülü bir film olmayı başaramıyor.
Zayıf çıkış noktasından bir trajedi kurmaya çalışan Arun, filmin taşıyıcı öğelerinin inandırıcılığını es geçiyor. Ana karakterin dönüşümü için hazırlanan zemin yeterli değil. İçinde yığınla kargaşa yaşanan ve silahlar patlayan bir tramvayın kimsenin dikkatini çekmeden İstiklal Caddesi'ni turlaması olası değil. Onca yolcunun rahatlıkla bertaraf edebilecekleri iki serseriye teslim olmaları gerçekçi değil. Karakterlerin hiçbiri karikatür düzeyinde temsillerden fazlası değil. İstiklal Caddesi'nin pek işe yarar gözükmedikleri gibi rahatsızlık bile yaratan devriyelerinin perdeye yansıdığını görmek eğlenceli olsa da, bu filmin dramatik yapısı için oldukça zayıf ve inandırıcılıktan uzak bir dayanak.
Başroldeki Fırat Tanış, filmini aşırılıklar içinde sürdüren yönetmenin izinde, tüm nüansları yok edecek denli büyük bir oyun veriyor. Benzer şeyler başka oyuncular için de söylenebilir. Bir filme komedi unsuru ve hareket katmanın en sık kullanılan formüllerinden, yardımcı karakter fırlama arkadaş rolünde Itri Koşar da eğlenceli olmaktan ziyade kaba bir performans veriyor. Filmdeki en iyi oyunculuklar, en az çaba gösterir gözükenlerden geliyor zaten. Halit Ergenç, işlevi belirsiz rolüne rağmen, temiz ve ekonomik oynuyor. Kendisine son dönem Türk sineması için en umut verici yüzlerden biri gözüyle bakmak hiç yanlış değil. Athena grubunun üyesi Gökhan Özoğuz da dramatik oyunculuk gibi kaygıları olmadığından herhalde, rahat ve pratik bir oyun çıkarıyor.
Bu çaba gösterme noktasında kilitleniyor her şey işte. Sinemada, büyük olanla başa çıkmak her anlamda donanım gerektirir. O donanıma sahip olmadan hayatının filmini çekmeye soyunmamalı insan. Söz konusu durumda, böyle bir donanımın olmadığı ise ortada. Filmin yapım koşullarından kaynaklanan teknik eksiklikler bir yana (kimi zaman konuşulanları anlamakta zorlanmanıza sebep olan ses bandı baş ağrıtırken, dijital kameradan bir sinema filmi için iyi sonuç alabilmekte aydınlatmanın önemi de kendini fazlasıyla belli ediyor), kurgu mantığıyla ilgili çok sayıda sorun var. Başarısız mizansenlerin sonucu olarak, filmin kurgusu da yamalı bohça gibi duruyor. Halbuki, bir ülkeyi anlatmak ya da bir trajedi yaratmak yerine, basitçe eldeki "kısıtlı mekan, kısıtlı zaman" trüğüne odaklanılsa, en azından sinemasal denemeleri açısından kayda değer bir yapıt çıkabilirdi ortaya.
Bir senaryo yarışmasından ödüllü bu öyküden ortaya çıkan sonuç, projenin yapımında yer alan kimse açısından umut ve cesaret verici değil ne yazık ki. Olgun Arun'un nihayet filmini seyirciyle buluşturmayı başarmış olmasını kendisi adına sevindirici buluyor ama Tramvay'ın da kısa sürede unutulmaya mahkum, başarısız bir deneme olduğunu söylemeden edemiyoruz