Vesaire Vesaire
Yazar: Ali Ercivan"Kadınlar anlaşılmak için değil, sevilmek için vardır."
Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Bölümü öğrencisi Roksen Lülü'nün babasıyla birlikte senaryosunu yazıp aynı zamanda başrolünde de oynadığı ve hocası Tunç Başaran tarafından yönetilen Vesaire Vesaire, belli ki Lülü'nün kendi hayatından da izler taşıyor. İspanyol bir anneden flamenko meraklısı bir genç kızın öyküsü bu. Filmdeki köpeği bile gerçekten kendisine ait.
Filmin senaryosunda en çok girişte alıntıladığım cümleye takıldım. Bir genç bayanın senaryosunda, kadını erkeğin arzu objesi olmaya indirgeyen, bu denli aşağılayıcı ve sığ bir cümlenin yer almasına şaşırdım. Ama projenin ardındaki iki olgun erkekten birine ait olduğunu tahmin ediyorum bu repliğin. Çok başka bir jenerasyonun kadına bakışını çağrıştırıyor bu laf zaten.
Vesaire Vesaire, genç bir flamenkocu kızla yaşlıca bir yazarın aşk hikayesini anlatıyor. Aralarında neresinden baksanız 40 yaş fark var. Kanser olduğunu öğrendikten sonra bir sayfiye yerinde inzivaya çekilen yazar Arda (o yaş grubu için pek inandırıcı bir isim değil; sizce de öyle değil mi?), burada tanıştığı kıpır kıpır bir genç kız sayesinde yeniden yaşama sevinciyle doluyor.
"Beylik" tam bu filmi tanımlayacak bir kelime. Son derece kalıplaşmış, formülleri uygulamaya çalışan ama basmakalıplıktan öteye gidemeyen bir film Vesaire Vesaire. Elbette kadrajları, ışıkları vs. vs. düzgün. Kağıt üstünde titizlikle hesaplanmış ve sette de aynı hesaplılıkla çekilmiş, klasik bir Yeşilçam işçiliği. Kötü olduğu anlamına gelmiyor bu dediğim ama filmin "yaşamadığı", kartonluktan kurtulamadığı anlamına geliyor.
Aynı şey insanın ağzında doğal durmayan diyaloglar için de geçerli. Komedi unsuru sağlasın diye yaratılmış çöpçü karakteri gibi hiç gerçeklik kazanmayan yan karakterler için de. Bütün bunların neden kaynaklandığına dair de bir fikrim var doğrusu.
Vesaire Vesaire, Roksen Lülü'nün okul için çektiği bir kısa filmden yola çıkılarak yapılmış. Mimar Sinan Üniversitesi'nde yapılan öğrenci filmleri, ağırlıklı olarak Yeşilçam kökenli hocalarımızdan oluşan bir jüri tarafından değerlendirilir. Zaten bu projeleri gerçekleştirdiğimiz atölyelerde de aynı hocalarla çalışırız. Sinemada dramatik yapı üzerine çok net ve katı (yanlış anlaşılmasın, son derece de yerinde) fikirleri vardır bu hocaların. Fakat ister istemez öğrenciler şu yola meylederler: bir Duygu Sağıroğlu'nun, bir Memduh Ün'ün beğenip geçer not vereceği türde filmler yapmaya çalışmak.
Bunun gerekçeleri haklıdır. Film yapmak, kısa bile olsa, çok meşakkatli ve masraflı bir iştir. Kimse dönem kaybedip fazladan bir film için daha para harcamak istemez. Dolayısıyla jüriden geçebilecek türde filmler yapmaya çalışılır. Bizim okulda amaç hiçbir zaman kısa filmci yetiştirmek olmamıştır zaten. Bu filmler hep uzun metraj alıştırmalarıdır.
Vesaire Vesaire de çok Mimar Sinan formülü bir proje aslında. Bir yedinci sömestr projesi olarak ideal. Ancak sinemasal malzemesi uzun metrajlı bir film için biraz demode. Başka okulların öğrencileri veya kısa film çevreleri tarafından sıkça eleştirilen o tek tip MSÜ STV filmlerinin bir uzantısı sadece. Tunç Başaran, Yeşilçam ekolünden gelen bir sinemacı olduğu için, bu projeyi kendine uygun görmüş olabilir. Ama bugün sinema seyircisinin izlemek istediği hikayeler bunlar değil artık. En azından bu tip bir sinema diliyle, üslupla değil.
Filmin, yaşlı bir adamla genç bir kızın aşkı gibi nazik bir mevzuda, bizi ikna etmeyi denemek yerine baştan itibaren seyircisine bunun doğallığını dayatmaya çalışması da pek tatmin edici değil açıkçası. Yaş farkına rağmen birlikte olmayı seçen insanlara dair bir analiz, çok daha derinlikli bir film malzemesi olabilirdi (toplumdan gelmesini bekleyeceğimiz "sübyancı" suçlaması, filmde sadece bir kez, yazarın eski eşi tarafından dillendiriliyor). Ama daha kolay, daha romantik, daha sığ sularda bir film yapmakla yetinmiş Vesaire Vesaire'nin yaratıcıları. Pembe dizi kıvamında. Malesef bu haliyle de pek tat vermiyor.