Bizim <b>Türev</b>lerimiz
Yazar: Ertan TunçUlaş İnaç'ın Türev filmi daha seyircisine ulaşmadan olay olunca, haliyle, enteresan bir beklenti de yaratmış oldu. Teknik yapısı itibariyle sıradışı bir yapımla ya da en azından marjinal bir senaryoyla karşılaşma ümidi olanların hayal kırıklığına uğrayacağı bir film Türev. Çünkü Türev'in sinemasal açıdan devrimci olarak nitelendirilmesini gerektirebilecek bir yönü yok. Sorun bizim bu anlatım biçimiyle -festivaller hariç- tanışık olmama halimiz ve yönetmenlerimizin uzun metrajda benzer çalışmaları yapmaktan kaçınmaları.
Cervantes'in Don Kişot romanındaki bir hikayeden esinlenen film, üç kişi arasında gittikçe karmaşıklaşan bir hikayeyi ele alıyor. Üç kişi arasında geçebilecek olay kombinasyonları sanat dallarında yeterince tüketildiği için herkes için bir yerleri tanıdık gelebilecek bir senaryoya sahip olduğunu söylemek mümkün Türev'in. Gerçeklere, yalanların türetilmesinden ulaşıldığını iddia eden filmin kendi senaryosu içinde bunu ispatladığına şüphe yok.
Özellikle Burcu'nun (Beste Bereket) Nazım'a gerçekten aşık olmasıyla başlayan süreç ve üçlünün, üçünün de birbirlerine söylediği yalanlarla hayatlarını idame ettirmeleri, insan psikolojisi üzerine yeniden düşünmeyi teşvik etmesi açısından önemli.
Burcu'nun ödevi için gerekli itiraflar, izleyici ve oyuncular arasındaki bağı sıkılaştırırken, itirafları yapan kişilerin sergiledikleri davranışların aynı bağı yıprattığını görmek hakikaten keyifli. Bu bakımdan Türev'in izleyicisi ile özel bir ilişkisi var. Çünkü filmde yer alan tüm karakterler (Kerem dahil) koşullara göre değişim geçiren, tavır değiştiren, bizi bize anlatan tiplemeler. Filmin sonunda hepsine (buna da Kerem dahil) kızsak, hatta hepsinden nefret etsek de aslında içinde bulundukları durumların gerektirdiği davranışları sergilediklerini kabul etmemiz gerekiyor.
Nazım'ın inanmadığı metinlere imza atması, baştan çıkarılmış olması, onu, içinde bulunduğumuz toplumun erkeklerinden tamamen soyutlamamıza yeter mi? Ya da Burcu'nun en iyi arkadaşı için "yanlış" bir şey yapmış olması, okulu bırakmış olması veya aşık oluvermesi suç mu? Süreyya'nın hayatını birleştirmeyi düşündüğü kişinin sadakatini merak etmesi, en iyi arkadaşını kullanması ve sonunda gösterdiği tepki yanlış mı? Peki Süreyya'nın kasede aldığı itiraflarda yaptıklarımdan -kötü de olsa- "zevk aldım" demesi mi tahammül edilemeyecek bir söz? Kerem gibi birine hiç mi denk gelmedik? Hepsinde sıradan insanlardan birer parça olduğunu ve duruma göre metamorfoz geçirdiklerini görmeliyiz.
Film kendimizle bir hesaplaşmayı başlatmakta başarılı... Gerçekleri bulmak için yalanları kullanan insanları izledikçe kendi gerçeklerimizi sorguluyoruz. Çıkan önemli bir gerçek ise hep "başkaları"nın suçlu olmadığı... Televizyonda izlediğimiz yanlışlıkları, gariplikleri hep başkalarının tanıdıkları, başkalarının aileleri ve başkalarının sevdikleri yapmıyor. Dostoyevski'nin de anlatmaya çalıştığı gibi; çoğu zaman "ötekiler" bizizdir. Türev'in tamamen yozlaşmış, çürümüş insanlardan mürekkep bir dünyayı mercek altına yatırdığını iddia ederek, bunun bizimle hiçbir alakası yok sonucuna ulaşmak yanlış. Türev'de öyle ya da böyle bizim de türevlerimiz var.
Gereksiz bir takım tartışmalara konu olan Türev, anlatacak bir hikayesi, bir fikri ve birkaç mesajı olan farklı bir çalışma. El kamerası gibi, doğal mekan seçimleri ve filtresiz dış ses alımı gibi marjinal özelliklerine ve dayanılması güç süresine rağmen, Avrupalı benzerlerinden aşağı kalır yanı olmayan deneysel bir drama. Onlar gibi cinselliği ve şiddeti ön plana çıkarma eğiliminde de hiç değil. Gerçekten yaşanmış ya da yaşanacak olması muhtemel bir hikayeyi, alışık olmadığımız bir üslupta anlatıyor, hepsi bu. Ulaş İnaç'a saldırmak yerine, en azından cesaretinden dolayı onu tebrik etmek gerekir. Genç oyuncuları da verdikleri emekten dolayı.