The Clone Returns Home
Yazar: Serdar KökçeoğluJapon sinemacı Kanji Nakajima’nın iki orta metraj filmin ardından çektiği The Clone Returns Home, Moon ile birlikte son yılların en ’ciddi’ bilim kurgu filmi olarak kabul edilebilir. Belki aynı türde yeni teknolojilerin test sürüşünü yapan filmler kadar dikkat çekmemiş olabilir ama, yine tıpkı Moon gibi bilim kurgu sinemasının klasiklerinden süzdüklerini çağdaş temalarla buluşturuyor ve ’bugünün bilim kurgusu’ başlığı altında yer almayı hak ediyor.
The Clone Returns Home, bir astronot ile klonlarının hikayesini anlatıyor. Japon hükümetinin ısrarlı baskısı üzerine hafızasının kopya edilmesine ve böylece klonlarının önünün açılmasına imkan veren astronot, uzay kazasında hayatını kaybedince; hükümet adamdan aldığı izni bahane ederek klon astronotu çıkarıyor ortaya.
Adamın çocukluğunda kaybettiği bir ikiz kardeşi vardır ve kopya, bu unutulan kardeşin kimliği ile hayata gözlerini açar. Kimseyi tanıyamaz ve böylece kopyalama işlemi hükümet gözünde başarısız olur.
Bundan sonra klonun serüvenini takip ediyoruz. Orijinalini, yani kardeşini sembolik olarak sırtlayışını ve anaevine dönüşlerini izliyoruz. Bu esnada peşlerinden biri daha geliyor, yeni klon. Trajik anaevi, klonlama üzerinden buluşan kardeşlerin hüznünü pekiştiriyor.
Nakajima güncel ve tartışmalı bir temayı ele alan filminde, son yıllarda alıştığımız bilim kurgu aksiyon filmlerinden tamamen uzaklaşıyor ve neredeyse aksiyonu ortadan kaldırarak, tıpkı Andrey Tarkovski gibi durağanlığın etkileyiciliğine başvuruyor. İkiz kardeş fenomeni ile klonlama olgusu arasında müthiş bir çatışma yaratıyor ve buradan hüzünlü bir aile hikayesi çıkarıyor.
Sırtında gizemli bir astronot kıyafeti taşıyan adamın pastoral yolculuğu aklınızdan çıkmıyor. Türünün klişelerini ve sınırlarını zorlayan bilim kurgu filminde Nuri Bilge Ceylan’ın kısa filmlerini anımsatan pastoral bir yavaşlık var. Doğadaki uzun yürüyüşler adeta meditasyon gibi.
İçerdiği felsefi ve psikolojik yoğunluk nedeniyle yeni Solaris olarak karşılanan The Clone Returns Home, hafıza kopyalama ve klonlama gibi güncel tartışmalara, ikizlik durumu üzerinden esaslı bir cevap veriyor aslında. İşin bilimsel boyutunu uzun uzun tartışmıyor olsa da, etik çıkmazlarını sergilemeyi başarıyor. Astronotun karısının çaresizliği çok etkileyici mesela. Japon hükümetinin büyük projesini, insanı yok sayan tutumunu eleştirirken farklı bir yol izliyor ve sınır tanımayan bilimsel hırs, geleneksel aile değerleri karşısında etkisiz kalıyor. Bugünün bilimsel hırsı dünün melankolisine yeniliyor yani.