Orada
Yazar: Ali ErcivanYaşlı bir kadın, çocuklarına vasiyetini yazdığı son bir mektup bırakır geride ve sabahın erken saatlerinde, yaşamını sürdürdüğü huzurevinden çıkıp yürümeye başlar. Uzun bir yürüyüşün ardından vardığı göl kenarı, onun hayatının da son durağı olacaktır. Yaşlı kadının ölüm haberi, yıllardır görüşmeyen iki çocuğunu cenaze için biraraya getirir.
Abla Neslihan, bir sigorta şirketinin insan kaynakları bölümünde çalışmaktadır. Annesine yıllarca o bakmış ama psikolojik rahatsızlıklarıyla daha fazla başedemeyince, onu huzurevine yatırmıştır. Yıllardır Fransa'da okumuş ve orada kendine yeni bir hayat kurmuş olan kardeşi Mazhar ise, ailesi tarafından yüzüstü bırakıldığına inanmaktadır. Babaları Erol, annelerinden yıllar önce boşanmış ve Büyükada'da inzivaya çekilmiştir. İki kardeşin ona ölüm haberini iletmesi ve annelerinden geriye kalan mektubu hep birlikte okumaları gerekecektir.
Fransa'da sinema eğitimi gördüklerini öğrendiğimiz Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş, Orada adlı ilk sinema filmlerini beraber yazıp yönetmişler. Ortaya çıkan iş, kendi içinde ciddi sinema dili problemleri içermeyen, başarılı bir görüntü yönetimine sahip, düzgünce bağlanmış bir film. Ancak ortada bir uzun metrajlı sinema filmi malzemesi var mı, o ciddi şekilde tartışılır.
Filmin ilk yarısı, yıllar sonra yeniden karşılaşan kardeşlerin arasındaki gerilim ve en ufak detayına kadar uzun uzadıya verilmiş cenaze süreciyle ilerliyor. Gasılhaneden toprağa kadar tüm bu süreci izletiyor bize yönetmenler. Ve bundan, karakterlerin duygusal durumunu çizmek için faydalanmak istiyorlar. Filmin esas merkezi olması gereken, baba ile karşılaşma ise ancak 50. dakikada gerçekleşiyor. Oldukça geç... Bu noktadan sonra ise, Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba'sının ikinci yarısında olduğu gibi, sadece konuşan üç insanı izliyoruz. Bütün bu radyo piyesi havası, bir sinema filmine yakışmıyor öncelikle. Biri konuşurken kamera dinleyen kişinin tepkilerini gösteriyor bize genelde ama bu da yeterli değil, senaryodaki zaafı kurtarmak için.
Asıl sorulması gereken şu belki: Olabildiğince diyaloğa dayalı bu senaryo, bize anlatmaya değer bir öykü sunuyor mu? Annelerinin ölümünden sonra aralarındaki yabancılaşma su yüzüne çıkan ve hesaplaşma içine giren aile fertlerine dair bir film yapmaya kalkışan hemen herkesin aklına ilk gelecek karakterlerden ve fikirlerden oluşuyor Orada. Mümkün olan en kolay, en basmakalıp hikaye aslında karşımızdaki. Ne oyunculukların ne de diyalogların, bu basmakalıplığı yıkmaya faydası yok. Fransız sinemasında sıkça karşılaşılan bir taslak, klişe karakterler ve durumlarla işleniyor. "Bu tarz bir film nasıl yapılır"a başarılı bir güncel örnek, Olivier Assayas'ın Yaz Saati (L'heure d'été) filmi olabilir mesela. Yaşayan karakterler ve sahici ilişkiler var çünkü o filmde.
Orada'nın karşımıza çıkardığı tek orijinal fikir, İmam ile Ermeni Papaz'ı aynı aktörün canlandırıyor olması. Ancak buradaki potansiyel de filmin geri kalanında işlenmiyor. Tıpkı baba karakterinin havada kalması gibi. Şu haliyle, klişe sanat filmi tembelliğini yansıtan uzun planlar ve sekanslarla ancak doksan küsür dakikayı bulmuş bir film Orada.
Yönetmenlerin özellikle Ingmar Bergman'a hayranlığı, filmin hemen başında kendini belli ediyor. Ancak kulak tırmalayan bir müzik kullanımından ibaret Bergman'a saygı duruşları. Bu da tek başına bir referanstan ziyade, rahatsızlık kaynağı oluyor seyirci için.
Orada, son dönemde Türkiye'de düzenlenen film festivallerine kabul edilmemesini haklı gösterecek kadar kötü, çöp bir film değil. Ne yapımlar kabul ediliyor bu yarışmalara... Ama şu haliyle, umursanabilecek bir film öyküsü de sunamayan, kısa metrajlı olarak planlanması gerektiğini düşündüren, zayıf bir iş.