Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Benim ise bu türden beklentilerim olmadığı için belki, filmi çok beğendim. Perdede Freddie Mercury’nin hem Parsi kökenli bir Zerdüşt hem de bir eşcinsel olarak iki kere ‘Öteki’liğine karşı müzik sayesinde hayata tutunuşunu, her daim yalnızlığını, grup üyelerinin aileleriyle birlikte mutlu tablolar çizdiği ortamda onun hüzünle dolu bilinçaltını yansıtmasını, Mary Austin’in ona erkek arkadaşını tanıttığındaki duygusal yıkımını, Queen’in çok sevdiğim (sevdiğimiz) o muhteşem şarkılarının yaratılma süreçlerine seyirci vasfıyla dahil olmamızı, tanıklık etmemizi, 1985’te 21 yaşındayken televizyondan izlediğim Wembley’deki ‘Live Aid’ konserini bu kez, 54 yaşında, adeta sahnenin içinden ve arkasından bir kez daha izleme fırsatının sunulmasını izledim; daha ne isteyeyim ki? Ayrıca ‘Bohemian Rhapsody’den daha cesur, sınırları daha fazla aşan, Freddie Mercury’yi daha gerçekçi çizgilerde karşımıza getiren bir film çekerlerse onu da sever, bağrıma basarım...
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Sabah
Yazar: Olkan Özyurt
Film Mercury'i ne yüceltiyor, ne de olmadığı gibi gösteriyor. Yeri geliyor müzisyenin kimi tabuları nasıl yıktığı da anlatılıyor, yeri geliyor nasıl kalp kırdığı da. Ama onun sahnede nasıl devleştiği ve konserlerinde binlerce insanı nasıl etkisi altına aldığı ziyadesiyle yansıtılıyor. Rami Malek'in muhteşem performansı, ki Brian May'i canlandıran Gwilym Lee de onun kadar başarılı, dönem atmosferini iyi yansıtması, Wembley dahil Queen konserleri ziyafeti sunmasıyla Bohemian Rhapsody en az Freddie Mercury kadar enerjik ve deli dolu ama tıpkı onun gibi yer yer ağırbaşlı. Daha iyisi çekilene kadar şimdilik onu en iyi anlatan film.
Eleştirinin tamamı için: Sabah
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Film öncelikle 70’li yılları ve özellikle Londra’yı her şeyiyle görkemli biçimde canlandırıyor. Queen grubu ise gitarcı Brian May (Gwylim Lee), basçı John Deacan (Joseph Mazzello) ve davulcu Roger Taylor’la (Ben Hardy) birlikte sanki yeniden hayat buluyor. Her şeyin Teorisi, En Karanlık Saat gibi önemli filmlerin yazarı olarak bilinen Anthony McCarten’in özenli senaryosu, en çok Olağan Şüpheliler, Operasyon Walkyrie, X-Men serisi gibi önemli filmleriyle hatırlanan Bryan Singer’in akıcı yönetimiyle perdede görselleşiyor.
Eleştirinin tamamı için: T24
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Filmle ilgili eleştirilerime, “Bohemian Rhapsody”nin, geniş kitleye seslenmek ve duygu fırtınaları yaratmak isteyen bütün biyografik filmler gibi yüzeysellikten kurtulamadığını söyleyerek başlayabilirim. Aslında hiçbir konuda derinleşebildiği, hatta böyle bir niyeti olduğu söylenemez. Queen grubunun kuruluşunu, ilk konserlerini ve albümlerini, Freddie Mercury'nin (Rami Malek) gözünden anlatarak başlayan film, ayağını gazdan hiç kesmeden hızla ilerliyor. Durup nefes aldığımız, düşünebildiğimiz anların sayısı çok değil. Düşünmeye de ihtiyaç duymuyoruz zaten; grubun başarıya ulaşma hikâyesini seyretmek yeterince eğlenceli ve hoş.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Birgün
Yazar: Cüneyt Cebenoyan
Filmin çok ciddi günahları da var. Beethoven’in hayatını anlatırken 9. Senfoniyi, 5.’nin önüne koyamazsınız herhalde. Ama Queen’in durumunda film bunu hep yapıyor. ‘Fat Bottom Girls’ şarkısını, 4-5 yıl geriye, Bohemina Rhapsoy öncesine kaydırabiliyor. Live Aid konseri öncesi grubu 5 yıl ayrı bırakıyor ki, bir araya gelmenin etkisi güçlü olsun. Ama öyle bir ayrılık grubun tarihinde yok. Ve daha birçok şey. Merak eden imdb’de goof’lar bölümüne baksın. May ve Taylor’ın yapımcılığında bu yanlışlar nasıl yapılıyor? Yanlış olmadıkları, bu saptırmaların daha çok para kazandıracağı düşünüldüğü için. Çok çirkin. Bu bir belgesel değil diye işin içinden sıyrılınacak şeyler değil bunlar.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Hurriyet
Benim ise bu türden beklentilerim olmadığı için belki, filmi çok beğendim. Perdede Freddie Mercury’nin hem Parsi kökenli bir Zerdüşt hem de bir eşcinsel olarak iki kere ‘Öteki’liğine karşı müzik sayesinde hayata tutunuşunu, her daim yalnızlığını, grup üyelerinin aileleriyle birlikte mutlu tablolar çizdiği ortamda onun hüzünle dolu bilinçaltını yansıtmasını, Mary Austin’in ona erkek arkadaşını tanıttığındaki duygusal yıkımını, Queen’in çok sevdiğim (sevdiğimiz) o muhteşem şarkılarının yaratılma süreçlerine seyirci vasfıyla dahil olmamızı, tanıklık etmemizi, 1985’te 21 yaşındayken televizyondan izlediğim Wembley’deki ‘Live Aid’ konserini bu kez, 54 yaşında, adeta sahnenin içinden ve arkasından bir kez daha izleme fırsatının sunulmasını izledim; daha ne isteyeyim ki? Ayrıca ‘Bohemian Rhapsody’den daha cesur, sınırları daha fazla aşan, Freddie Mercury’yi daha gerçekçi çizgilerde karşımıza getiren bir film çekerlerse onu da sever, bağrıma basarım...
Sabah
Film Mercury'i ne yüceltiyor, ne de olmadığı gibi gösteriyor. Yeri geliyor müzisyenin kimi tabuları nasıl yıktığı da anlatılıyor, yeri geliyor nasıl kalp kırdığı da. Ama onun sahnede nasıl devleştiği ve konserlerinde binlerce insanı nasıl etkisi altına aldığı ziyadesiyle yansıtılıyor. Rami Malek'in muhteşem performansı, ki Brian May'i canlandıran Gwilym Lee de onun kadar başarılı, dönem atmosferini iyi yansıtması, Wembley dahil Queen konserleri ziyafeti sunmasıyla Bohemian Rhapsody en az Freddie Mercury kadar enerjik ve deli dolu ama tıpkı onun gibi yer yer ağırbaşlı. Daha iyisi çekilene kadar şimdilik onu en iyi anlatan film.
T24
Film öncelikle 70’li yılları ve özellikle Londra’yı her şeyiyle görkemli biçimde canlandırıyor. Queen grubu ise gitarcı Brian May (Gwylim Lee), basçı John Deacan (Joseph Mazzello) ve davulcu Roger Taylor’la (Ben Hardy) birlikte sanki yeniden hayat buluyor. Her şeyin Teorisi, En Karanlık Saat gibi önemli filmlerin yazarı olarak bilinen Anthony McCarten’in özenli senaryosu, en çok Olağan Şüpheliler, Operasyon Walkyrie, X-Men serisi gibi önemli filmleriyle hatırlanan Bryan Singer’in akıcı yönetimiyle perdede görselleşiyor.
Habertürk
Filmle ilgili eleştirilerime, “Bohemian Rhapsody”nin, geniş kitleye seslenmek ve duygu fırtınaları yaratmak isteyen bütün biyografik filmler gibi yüzeysellikten kurtulamadığını söyleyerek başlayabilirim. Aslında hiçbir konuda derinleşebildiği, hatta böyle bir niyeti olduğu söylenemez. Queen grubunun kuruluşunu, ilk konserlerini ve albümlerini, Freddie Mercury'nin (Rami Malek) gözünden anlatarak başlayan film, ayağını gazdan hiç kesmeden hızla ilerliyor. Durup nefes aldığımız, düşünebildiğimiz anların sayısı çok değil. Düşünmeye de ihtiyaç duymuyoruz zaten; grubun başarıya ulaşma hikâyesini seyretmek yeterince eğlenceli ve hoş.
Birgün
Filmin çok ciddi günahları da var. Beethoven’in hayatını anlatırken 9. Senfoniyi, 5.’nin önüne koyamazsınız herhalde. Ama Queen’in durumunda film bunu hep yapıyor. ‘Fat Bottom Girls’ şarkısını, 4-5 yıl geriye, Bohemina Rhapsoy öncesine kaydırabiliyor. Live Aid konseri öncesi grubu 5 yıl ayrı bırakıyor ki, bir araya gelmenin etkisi güçlü olsun. Ama öyle bir ayrılık grubun tarihinde yok. Ve daha birçok şey. Merak eden imdb’de goof’lar bölümüne baksın. May ve Taylor’ın yapımcılığında bu yanlışlar nasıl yapılıyor? Yanlış olmadıkları, bu saptırmaların daha çok para kazandıracağı düşünüldüğü için. Çok çirkin. Bu bir belgesel değil diye işin içinden sıyrılınacak şeyler değil bunlar.