Hesabım
    Şeytanı Gördüm
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Şeytanı Gördüm

    Şeytanı Gördüm

    Yazar: Cihan Aydın

    Artık herkesin favori bir Güney Kore filmi var. 2000'li yıllar bu anlamda çok ilginç bir geçişe sahne oldu. 1990'lı yıllarda Amerikan romantik kraliçeleri takip edenler artık Jae-young Kwak'ın "Hırçın Sevgilim"ini izliyor, mistik aşkın peşine düşenler festivallerde Kim-Ki Duk filmi kovalıyor, "İhtiyar Delikanlı"yla sarsılanlar Chan Wook-Park'ı takibe alıyor, kimisi Hong-jin Na'nın "The Chaser"ının yeniden çevrilecek olmasına kızacak kadar bu filmleri sahiplenirken, kimisi de Joon-Ho Bong'un farklı türlerde yaptığı filmlerle kendinden geçiyordu. Eskiden olsa değil isimlerini hatırlamak, arsız bir şarkiyatçılıkla "Capon" deyip geçeceğimiz insanlar, ulu orta herkesin konuştuğu yönetmenlere dönüştüler artık. Hiç kuşku yok ki, "Karanlık Sırlar", "Acı Tatlı Hayat" ve "İyi,Kötü ve Çılgın" gibi her biri kendi alanında ses getiren önemli filmlerin yönetmeni olarak, Jae-Woon Kim de bu listeye eklenmesi gereken isimlerin başında geliyor. Şu sıralar Hollywood'a transferiyle iyi filmlerine bir süre ara vereceğinin sinyalini verse de Woon Kim, son filmi "Şeytanı Gördüm" ile uzunca bir süre daha kafamızı kurcalayacağa benziyor.

    Şu an bu yazıyı okuyacak kadar sinema kültürüne vakit ayıran hemen herkesin bildiği ve üzerinde mutabık olacağı (hatta birer filmle de olsa Jeong-beom Lee ve Je-gyu Kang'ın da dahil edilebileceği) bu uzun listeyle giriş yapmamızın sebebi, "Şeytanı Gördüm"ü yukarıdakilerden herhangi birinin referansına indirgeyerek pazarlama çabası değil. Tam aksine, üzerinde durmaya çalışacağımız şey karşımızdaki filmin, bu coğrafyadaki seri iyi film üretim sürecindeki özgün yanlarını yakalamak, üzerindeki "İhtiyar Delikanlı gibi filmler" etiketini kaldırarak ona kendi değerini kazandırmak. İlk bakışta bu iddialı bir iş gibi gözükebilir ancak karşımızda bu tip filmler için heybetli sayılabilecek süresinin her anında ustalık gizleyen, gelebilecek her türlü aksi yoruma karşı hazırlıklı bir prodüksiyon var. İntikam alttürünün artık olmazsa olmaz hale gelmiş tüm trüklerini kullanan, yapılmamışı aramakla vakit kaybetmek yerine, zaten yapılmış olanları daha az kusurla yeniden üretmeye çalışan bir film "Şeytanı Gördüm".

    Filmimiz daha önce onlarca kez şahit olduğumuz üzere, güzel ve masum nişanlısı hunharca katledilince, her ne hikmetse her seferinde de yakın dövüş ustası gizli bir ajan olan başkahramanımızın katilin peşine düştüğü ve bu yolda ilerlerken, nişanlısının ölürken hamile olduğunu öğrendiği klasik hikâye denklemi ile başlayınca, ister istemez bir "acaba mı?" sorusu aklımızdan geçmiyor değil. Çayırda bulunan insan kulağıyla, filmin üzerindeki kasvetli zırhın mavi kadifeden ince bir örtüyle değiştirilmesinin henüz akabinde, cesedin nehirde bulunduğu ilk sahnede müzik, plan, detay, oyunculuk ve ses(sizlik) kombinasyonundaki müthiş sahneyi izlediğimiz anda karşımızdaki filmin asıl derdinin ilk elden mutfağındaki tüm malzemeyi tam bir ustalıkla sunmak olduğunu anlamış bulunuyoruz.

    "Şeytanı Gördüm", ne protagonistin onlarca kişilik mafya ordusuna karşı tek başına saldırdığı ne de ipuçlarının satır satır toplanıp katile zorlukla ulaştığı o bilindik filmlerden biri. Bu açıdan bakınca, kahramanımızın çok kısa bir sürede katilin kim olduğunu bulabilmesi, ona zorlanmadan ulaşabilmesi pek çok kişinin merak duygusunu filmin henüz ortasına gelindiği anda söndürebilir. Ancak şimdi sakin olun ve arkanıza yaslanın, henüz şeytanın gerçek yüzünü görmediniz.

    Çekiçle kafa parçalamak, çocuk istismarı, sürekli kırılan kemik sesleri, tecavüz girişimleri, işkence ve hatta dışkı. Herhangi bir tanesinin bile varlığının bu tip bir A sınıf filmi zan altında bırakmaya yeteceği bir gerçeklikte, safi bir kötülük portresinin gölgesi haline gelen bu yoğun şiddeti acımasızca üzerimize kusuyor film. Acı tatlı hayatın, salt ilk yüzüyle karşı karşıya kaldığımız bu korkunç dünyada güzelliğin yerini öfke, masumiyetin yerini kin alırken artık biz de Woon Kim'in ahlaksal manipülasyonu altındayız. Kalan dakikalarımızda ilkel duygularımızın tek bir amacı var: intikam. Hedefimiz ise salt acı çekmesi için bile olsa yaşamasına izin verdiğimiz her an için bir büyük tehdit, bir vahşet çağrısı. İşte tüm bu bireysel müdahaleler, hâlâ bu filmde bir merak unsuru bulamadığını söyleyerek dolaşanlara kulaklarımızı kapamamız için gayet yeterli sebepler.

    Koyu laciverte yakın bir siyahın, grinin metalik tonuyla kurduğu zıtlığın, başkarakterlerimizin kan bulaşmış yüz hatlarını daha da keskin kıldığı filmimizde safi kötülük, Choi Min-Sik'in etkili oyunuyla kusursuz bir formda ete kemiğe bürünüyor. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, kırılan kemik sesleri ve dinmeyen kin arasındaki uzlaşmaz çelişki tam da bu noktada filmin temel dinamiği haline geliyor. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, tüm ahlaksal hudutların ötesine geçip günahkar topraklarda şeytanla yüzleşmek ancak Woon-Kim gibi iyi bir hikaye anlatıcının kadrajında böyle etkileyici bir görünüm kazanabilirdi. Peki ama Woon-Kim etki gücü bu derece yüksek anlatısında, tüm yaratıcılığını sağlam bir kabuğun altına saklamışken siz şeytanı görmeye gerçekten hazır mısınız?

    Cihan Aydın

    cihanaydin87@yahoo.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top