Denzel Washington'ın aksiyon kahramanlığına soyunduğu filmleri ikiye ayırmak mümkün. Birinci kategori, aktörü tam bir ‘kahraman' olarak lanse ederken, ikinci kategoride onu ‘anti-kahraman' özellikleri taşıyan karakterlerde takip ederiz. İlk kümeyi oluşturan filmler arasında, Durdurulamaz (Unstoppable) ve Deja Vu gibi yapımlar öne çıkarken, İlk Gün (Training Day) ve Gazap Ateşi (Man on Fire) de ikinci kümenin dikkat çekici örnekleri olarak kendilerini gösterirler. Washington'ın karakterlerinin ayırıcı özelliklerinden biri de, anti-kahraman sıfatını hak eden defolarla vücut bulduklarında bile kahramanlığın çok yakınında durmalarıdır.
Düşmanı Korurken (Safe House) de aktörü anti-kahraman gibi sunarken kahramanlığa soyunduran filmler arasında anılacaktır kuşkusuz. CIA'den paçasını sıyırıp ‘bilgi tacirliği' yapan uluslararası bir suçlu profili çizilir Washington için bu filmde. CIA de dahil olmak üzere istihbarat teşkilatlarının ‘kirli' adamlarını açığa çıkaracak bir bilgiye sahip olan Tobin Frost, Güney Afrika'da elindeki bilgiyle köşeye sıkışır ve Amerikan büyükelçiliğine sığınır. Sonrasında hikâyenin ‘gerçek kahramanı'nın devreye girdiği ‘güvenli ev'e getirilir adamımız. Bir yıldır burada tam anlamıyla pinekleyen genç CIA ajanı Matt Weston (Ryan Reynolds), eve yapılan baskından Frost'u da yanına alarak kaçmayı başarır. Hikâyeye girişi oluşturan bu iki kısa bölümün ardından, filmin temposunu belirleyen ve finale kadar taşınacak üçüncü aşama gelir. Frost ve Weston, peşlerine ‘kötü adamlar'ı da taktıkları sonsuz bir kaçışta bulurlar kendilerini. ‘Doğru' noktaya kaçıp kaçmadıklarıysa kuşkuludur...
Gene bir CIA hikâyesi anlatan Antoine Fuqua imzalı televizyon filmi "Exit Strategy"ye yazdığı senaryoyla dikkat çeken David Guggenheim'ın kaleme aldığı senaryoyu, İsveçli yönetmen Daniel Espinosa'ya teslim eden yapımcılar, ilk Hollywood çalışmasına soyunan sinemacıdan istedikleri verimi kısmen almışlar diyebiliriz. Önceki filmi "Snabba Cash"le 2010'da İsveç'in en çok izlenen filmine imzasını koyan ve bu başarıyla Hollywood'un kapısına dayanan Espinosa, Düşmanı Korurken'de klişeleri esnetmeyi düşünmeden, hikâyenin beklenen rotasını takip ederek bir sonuca varmayı deniyor. Elindeki birinci sınıf oyuncu kadrosundan, özellikle de Denzel Washington ve Ryan Reynolds'tan yararlanmayı beceren yönetmen, kovalamaca sahnelerindeki başarısıyla da Hollywood'da kalıcı olabileceğinin işaretlerini veriyor.
Hikâyeye ve onun dinamiklerine dönersek, bu filmde herhangi bir ‘derinleşme' çabasının sezilmediğini söyleyebiliriz. Yüzeyde görünenin ötesine geçip karakterlerin içine bakmayı düşünmüyor bu çalışma, ‘kaçış'ın heyecanına kaptırıp gitmeyi tercih ediyor. Bu tercih, filmin temposunu olumlu yönde etkilese de, çoğu zaman karakterleri silikleştirip ‘tip'e dönüştürüyor. Böylesi bir sonuç, ‘saf aksiyon' arayışının bir ürünü olarak kendini gösteriyor, ki bunun kimi anlarda ‘doğru' seçim olduğunu bile söylemek mümkün. Ancak bu anların filmin geneline yayılamamasıyla ‘aynılık' hissiyatına kapılıyoruz bir süre sonra, karakterlerin içine bakamamak koparıyor bizi hikâyeden. Birkaç sahnede, Frost ve Weston'ı konuşturup onların ruhlarını görmeye çalışıyor film, ama bu çabalar da son derece yetersiz kalıyor ve gördüğümüzün ötesinde noktalara taşımıyor karakterleri.
Bu filmin kayda değer özelliklerinden biri, belki de birincisi, mekân olarak Güney Afrika'yı seçmiş olması. Böylesi aksiyon filmlerinde Amerikan sokaklarını görmeye alışmış seyircileri yabancılaştırıyor bu seçim, ama bu durumun zaman içinde ‘olumlu'ya evrilebildiğini söyleyebiliriz. Hikâye olarak ‘tanıdık' olan yapım, mekân seçimiyle bu handikabı aşıyor bir miktar. Tektipleşen karakterleri farklı bir atmosfer içinde koşturması, çevrenin hikâyeye müdahil olmasını da sağlıyor bir yandan. Örneğin, stadyum sahnesinde bu durumun net biçimde kendini gösterdiğine tanık oluyoruz.
Düşmanı Korurken, sıkılmaya pek vakit bulamayacağınız hızda gelişen bir yapının peşine takılıyor, dolayısıyla da defolarını bu hızın arkasına saklayabiliyor. Ancak film bitip de tortusunu tarttığınızda elinizde kayda değer pek bir şey kalmadığını görüyorsunuz. Yine de izlediğinize pişman olmuyorsunuz, ki bu da filmin aksiyon tercihinin doğru olduğunu hissettiriyor.