İlk aşklara selam olsun!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluAdı İlk Aşkım olan bir filmi, insanın kendi geçmişinden bağımsız seyretmesi çok kolay değil. Zira Issız Adam sonrası geçmişteki aşkları anımsayarak da kalem oynatmıştık. Dahası bol romantizm içeren bu Fransız yapımı, baş karakteri Sarah aracılığı ile dönüp dolaşıp seyirciye aynı soruyu soruyor: İlk aşkınızı hatırlıyor musunuz? Eğer hayatınızda unutmak isteyeceğiniz derin, kötü yaralar bırakmadıysa, bu soruya cevap genelde derin bir iç çekişle ‘evet'tir. Genelde ömrümüzün en masum ergenlik yıllarına denk gelen ilk aşklar unutulmaz, yıllar geçip yollar ayrıldıktan sonra hep bir şekilde "Acaba şimdi ne yapıyordur?" sorusuna özne oluştururlar.
Senaristliğini ve yönetmenliğini bu sıfatlarla ilk uzun metrajlı sinema filmine imza atan Marie-Castille Mention-Schaar‘ın üstlendiği yapım, ilginç açılış sahnesinden sonra biri 18, diğeri 20 yaşında olan iki gencin okul hayatlarından kesitler sunarak filmin ilk bölümünde önce aşkın doğasını çiziyor. Birbirleriyle sürekli didişen, atışan Sarah ve Zach farkında olmadan birbirlerine tutuluyorlar; büyük aşklar nefretle başlar klişesi bir kez daha doğrulanıyor. Sarah ne kadar mantıklı, düzenli ve planlı bir insansa, Zachary onun tam tersi asi, okumakla arası hiç iyi olmamış ve kendi yoluna kimseyi çıkartmayan genç bir adam. Yani zıt kutuplar birbirini çeker klişemiz de kendisini bu öyküde temize çıkartıyor.
Zira kısa bir kızgınlık anının ardından Sarah, Zach'i her şeyiyle sevdiğini kabul ediyor. İkili ilişkilerde olumsuz diye bellediğimiz tarafın ‘evrilerek' olumlu nitelikler atfettiğimiz kişiye benzemesini umarız, kısacası biri (kadın) diğerini (adamı) yola getirir diye bekleriz. Ama aşkın doğası karşıdakini olduğu gibi kabul etmek ve sevmekten beslenir; ne zaman ki değiştirmeye kalkarsınız, karşı sandalyeniz boş kalır. İşte Sarah çevrisini saran mantık haresine rağmen, aşkından ve Zach'ten vazgeçmiyor.
Fakat yönetmen tüm bu gelişme sürecini anlatırken, görsel açıdan güç malzemeler kullanmasına rağmen, maalesef çok şematik davranıyor. Filmde aşkın gözünü kör ettiği genç kız ailesini, iyi giden derslerini, ‘kardeşim' dediği oda arkadaşını ihmal ediyor. Zaten ilk adım da okulu ‘kırarak' geliyor. İçimden "Demek ki Türk, Fransız fark etmiyor tüm lise aşkları hangi devir olursa olsun okulu kırarak yaşanıyor" diye geçirdim. Öte yandan filmin duygu yüklü final sahnesi, açılış sekansına uyumlu olarak o kadar güzel bağlanıyor ki, filmin ikinci bölümde dağılan bütünlük, kör topal da olsa finalle toparlanıyor denebilir.
Oyunculuklarda asi Zach'i canlandıran Martin Cannavo, karşısında Sarah karakterini oynayan Esther Comar'a göre daha gerçekçi bir oyunculuk ortaya koymuş. Zach normal kabullere göre uyumsuz; ama bu uyumsuzluğu çocukluğundan gelen travmalarından kaynaklandığı için, toplumdaki kendi normalitesi ancak bu oluyor. Bazı insanlar herkese rağmen kendi bildiklerini okur, hayatta kalma mekanizmaları öyle gelişmiştir. Sinemada ilk oyunculuk deneyimini yaşayan genç oyuncu Cannavo'nun, kendi bildiğini okuyan Zach karakterinden daha da zor rollerin altından kalkacağına inanıyorum.
Fakat gençlik romantizmine bu kadar yoğun yaklaşan bir filmin müziklerinin daha güçlü seçilmesini umardım. Kulağa tanıdık gelen birkaç melodi dışında filmin aşk yoğunluğunu seyirciye geçirecek müzikal unsur fazla yok.
Sonuç olarak daha az klişeye yaslansaydı daha akıcı ve sürprizli bir anlatım ortaya çıkartabilecek olan bir gençlik romantizmi karşımızdaki. Duyguların hızla eskitildiği bir çağda yine de aşkın içinizi ısıtmasına hala ihtiyacınız varsa, vizyondaki tercih edilebilir alternatiflerden biri. Hala unutulmayan ilk aşklara selam niteliğinde...