Cesar, hiç mutlu değil...
Yazar: Fırat AtaçFilmografisinin ilk üç parçasını oluşturan Los sin nombre, Darkness ve Frágiles'de yönetmenlik konusundaki başarısını yazdığı senaryolara yansıtamadığını gördüğümüz, bu yüzden her defasında 'gerçek anlamda' bir vurgunun kıyısından dönen Jaume Balagueró, Paco Plaza ile birlikte kotardığı Rec: Ölüm Çığlığı [Rec] ve Rec 2 sayesinde bu bahtsızlığına son vermişti. Buluntu film türüne herkesin üzerinde fikir birliğine vardığı bir klasik kazandıran yönetmen, serinin geri kalan kısmı için ise kaçak davrandı. Seriyle ilgili ilk haberler üçüncü filmi Paco Plaza'nın, dördüncüsünü ise Balagueró'nun çekeceği yönündeydi. Ancak Balaguero, devam filmlerinin [Rec] ve [Rec] ²'nin sahip olduğu külçe külçe karizmayı yerle bir edeceğini düşünmüş olmalı ki; Plaza'nın [REC]³ Génesis'i yavaş yavaş dünya sinemalarına uğramaya başlamışken, kendisi dördüncü filmle ilgili çalışmalarını dondurdu. Bu arada sessiz sedasız çektiği Ölüm Uykusu (Mientras duermes) ise artık tek başına da iyi film çekebileceğini kanıtlaması açısından önemli bir sınavdı. Peki yönetmen bu sınavı geçti mi? Cevap kesinlikle evet!
Barcelona'da tarihi bir apartmanın güvenlik, kapıcılık hatta tamircilik işlerinden sorumlu Cesar'ı merkezine alan film, ruh durumu hiç de iyi olmayan bu karakterin yavaş yavaş çığrından çıkan davranışlarına odaklanıyor. Apartman sakinleri tarafından oldukça sevilen Cesar'ın hiçbir şeyden mutlu olamama gibi bir rahatsızlığı var. Bunu kendi içinde yaşama seçeneğine uzak bakan Cesar, çevresindeki mutlu insanları yüzü asık gördüğünde tatmin olabiliyor, bu amaç doğrultusunda da çocukça başlayıp tehlikeli boyutlara varan oyunlar oynamaya başlıyor. Kurbanları arasında en zorlusu ise Clara. Hayata karşı pozitif duruşu abartılı çizgilerle çizilmiş bu güzel kadın, sabah kalktığında pencereden dışarı bakıp ''hayat ne güzel, bitkiler, hayvanlar, yaprağın üzerindeki çiğ tanesi hatta vapurlar...'' diyebilecek kadar mutlu. Bu durum Cesar'ı fena halde geriyor ve bu mutsuz olması oldukça güç kurbana takıntılı hale getiriyor. Oldukça çocukça bir psikopatlıkla Clara'ya mektuplar, mesajlar göndererek başladığı tacizine, makyaj malzemelerine kimyasallar enjekte ederek, geceleri evine gizlice girip onu bayıltarak ve bu baygın kadının yanına uzanarak devam eden Cesar, durumun farkında olan apartmanın küçük sakinlerinden Ursula'yı ise rüşvet ile kandırıyor.
Ana karakteri hem anti-kahraman hem de kötü adam olarak çizilen böyle bir filmden beklediğiniz açıklamaları size vermeyen film, Cesar'ın hasta annesine dert yandığı sahnelerde geçmişe bir köprü kurma şansını yakalasa da bunu elinin tersiyle itiyor. Bence bu kötü bir tercih değil çünkü çoğu sinemaseverin çocukluğa yapılan geri dönüşlerden bıktığını tahmin ediyorum. Balaguero da bunun farkında ki derinlemesine bir zihinsel çıkarım yapmak ve motivasyonlar hakkındaki sırları bulmak yerine Cesar hakkında 'psikopat işte!' açıklamasını bizim için yeterli görüyor. Buna rağmen gün içerisindeki kibar hatta sempati doğuran davranışlarını ön plana çıkararak Cesar'dan nefret etmememizi de sağlayan yönetmen, seyircisini iki arada bir derede bırakmayı seçmiş. Karaktere karşı hissettiğimiz bu belli belirsiz sempatinin yaşananlar seviye değiştirip oldukça ağır bir finale yaklaşılırken sizi rahatsız etmesi oldukça olası.
[Rec] filmleri sayesinde tek mekan gerilimi çekme konusunda yeteneklerine şahit olduğumuz yönetmenin bu sefer klostrofobiye oynamadan oldukça aydınlık lobi ve apartman daireleri üzerinden gerilim yaratabilmesi ise ayrı bir başarı. Gölge oyunu ve jump momentların yanına bile uğramadan Hitchcockvari bir atmosfer yaratan Balaguero, özellikle Cesar'ın davetsiz misafir olduğu dairenin sahipleri eve döndüğünde yaşamaya başladığı panik ve yakalanma korkusunu insafsızca hissettiren 10 dakikalık bölümde büyük ustalık isteyen bir iş çıkarıyor.
Oyuncular cephesinde ise tek kişik bir şovla karşı karşıyayız. Diğer bütün aktör ve aktrislerin sadece tamamlayıcı unsurlar olarak betimlendiği filmin Luis Tosar'ın omuzlarında yükseldiği su götürmez bir gerçek. İspanyol sinemasının son dönemdeki en büyük aktörlerinden Tosar, Cesar'ı inanılmaz bir nüansla canlandırıyor. En karanlık anlarında bile kırılgan, canavarlaştığında bile acınası Cesar'ın ve onu yaşatan Luis Tosar'ın yüzünün bir kere bile ürkütücü bir ifadeye girmemesi bunun en büyük ispatı.
Çocuklukta anlatılan yatağımızın altında canavar olduğuyla ilgili o absürd hikayeyi, özellikle kadın seyircileri geceleri kontrol manyağına çevirebilecek oldukça gerçekçi bir kıvama sokan Ölüm Uykusu, yönetmeni ve başrol oyuncusunun döktürdüğü sağlam bir gerilim. Hem böyle eski usül hem de iyisini bulmuşken kaçırmamak gerekir.
firat_atac@hotmail.com
firatatac.tumblr.com
twitter: firatatac