GERÇEK BİR BAŞYAPIT
Bazı filmler vardır, bilirsiniz, amaç izleyenin içini ısıtmak ve onun iyi hissetmesini sağlamaktan daha aşağıda olamaz. O filmler her şeye rağmen pozitiftir, içinde izleyeni hüzünlendiren unsurlar olsa dahi bir şekilde hüznü mutluluğa dönüştürecek formülü de vermeyi başarır. Yönetmen ikili Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun son filmi Intouchables (Can Dostum) de bu filmlerden biri. Geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren film, sinemayı dünyaya kazandıran Fransızların biz insanlığa son armağanı diyebileceğim güzellikle ve sıcaklıkta bir komedi dram türü örneği.
Gerçek bir hikayeden esinlenilerek sinemaya aktarılan Intouchables, yamaç paraşütü sırasında omurga zedelenmesi yaşayan ve bunun sonucunda boyundan aşağısı felçli olan Philippe (François Cluzet) ve hapisten yeni çıkmış siyahi göçmen Driss’in (Omar Sy) hikayesini anlatıyor. Oldukça zengin, sanata ve estetik olan her şeye önem veren, entelektüel engelli Philippe için aranan yeni bakıcı mülakatına katılan Driss, yalnızca mülakata geldiğini gösterecek bir imza istemesine rağmen Philippe’in ilgisini çekip bir aylık deneme sürecine tabii tutulur. Bu sırada hayatı sıkkınlıkla geçen yaşlı Philippe ile daha önce tatmadığı pek çok şeyi yaşatan çılgın, kendi bildiğini okuyan ve kendi gibi olmaktan çekinmeyen Driss arasında eşine nadiren rastlanan bir dostluk gelişir. Hüzünlendirdiği kadar güldüren bu iki dostun hikayesi, yönetmenlerin bize sunduğu yaklaşık iki saatlik bu film ile anlatılıyor.
Intouchables, filmin başında söylediği, sonunda ise gösterdiği üzere tamamen gerçek bir öyküden uyarlama. Şu an Fas’ta yaşayan Philippe Pozzo Di Borgo ile Abdel Sellou’nun sıkı dostluğunun beyazperdedeki yansıması olan film, eminim ki ikilinin yaşadığı ilişki kadar samimi ve gerçeğe uygundur. Yazılı bir kaynaktan uyarlanmaması sebebiyle senaryosu dahilindeki diyaloglarda bir derinlik aramamıza gerek olmasa da özellikle Philippe karakterinin ağzından çıkan her cümlenin derinliğine dikkat çekmekte fayda var. Halk tabiriyle kasıntı diye adlandırabileceğimiz oldukça “sanatsal” bir yaşantısı olan Philippe’in fikirlerini dile getirirken böyle ağır cümleler kurması elbette olağan. Üstelik mektup arkadaşlığı yaptığı kadınlarla olan muhabbetlerinde kendine özgü bu dili nasıl kullandığına da olabildiğince ayrıntılı şekilde tanık oluyoruz.
Başrollerde izlediğimiz François Cluzet ve Omar Sy, muhteşem bir ikili olmuşlar. Daha önce hiçbir işini izlemediğim ama filmografisine baktığımda oldukça zengin bir sinema geçmişi ile karşılaştığım 56 yaşındaki oyuncu filmde bana kalırsa en başarılı performansı sergiliyor. Bedenini kullanmadan, sadece yüz mimikleriyle performans sergilemesi gerektiği için oyunculuğunu göstermede pek çok şeyden mahrum kalan François Cluzet buna rağmen izleyicilerden tam not almayı başarıyor. En son sahnede Driss’in ona yaptığı sürpriz sırasında yüzünde oluşan şaşkınlık, endişe, heyecan ve sevinci yansıtabilmesi de bunun en büyük kanıtı diye düşünmekteyim. Fransa’nın Oscar ödülleri diye tabir edebileceğimiz Cesar Ödülleri’nde en iyi erkek oyuncu kategorisinde aday olan Cluzet, ödülü rol arkadaşı olan Omar Sy’ye kaptırmıştı. Genç oyuncunun filmdeki performansı, tüm vücudunu kullanabilmesi, sempatik tavırları ve rol yapmak için zorlanmadan, olabildiğinde doğal davranması sebebiyle göz önünde duruyor. Filmin ilk sekansında ve sonlara doğru kendisini daha çok sevdiren Omar Sy’nin tüm bunlara rağmen François Cluzet’nin gölgesinde kaldığını düşünüyorum –en azından benim için.
Teknik anlamda baktığımızda göze batacak hiçbir şey içermeyen bir kurgusu ve sinematografisi olan filmin, belki de herkesçe olumlu karşılanan tek yanı müzikleri. Ludovico Einaudi tarafından bestelenen müzikler, sizi bir an olsun yalnız bırakmıyor. Bıraktığı zaman ise Philippe karakterinin zevki sağ olsun, yüzyıllar öncesinde yaşamış ünlü bestecilerin çok ünlü klasik eserleriyle hem coşup hem dinlenebiliyorsunuz.
İzlememek için hiçbir sebep bulamadığım, konusunu okuduğumda yeni bir The Bucket List vakasıyla karşılaşacağımı düşündüğüm fakat ondan kat be kat iyisi ile noktayı koyduğum bir film oldu . Başta Amerikan vatandaşları olmak üzere dünyanın her köşesinden pek çok insanın beğenisini kazandığının kanıtı ise benim hiç de sevmediğim IMDb Top 250 listesinde gün geçtikçe yükselen pozisyonu. Bu film bir aksiyon macera filmi olsaydı oy veren o insanları eleştirebilirdim fakat geçen sene A Separation için yaptıkları güzelliği bu sene Intouchables için yaptıkları aşikar. Hazır vizyonda iken gidip görün bu filmi, göreceklerinizi beğenmeseniz bile duyacaklarınıza hayran kalacağınızdan en ufak şüphem yok.