“Insidious”, “Saw” serisinin yaratıcılarından Leigh Whannell’ın senaryosunu yazarken James Wan’ın da yönetmen koltuğunda oturduğu dört filmlik serinin, ana karakterler ile işlenecek mevzusunun tanıtıldığı açılış bölümü…
Aynen bu film sayesinde, “Paranormal Activity” (2007) deki “15 koy brüt 193 kazanlık” gişe başarısının tadı damağında kalmış olan Jason Blum’ın, yeniden “korku – gerilim” kategorisine sert bir dönüş yapmış olduğu gibi…
Ki bu projenin ilk filminde de 1,5 milyon dolarlık son derece mütevazı bir bütçe ile brüt 99,5 milyon dolarlık, hiç de azımsanmayacak bir hasılat rakamına ulaşılmış…
Gerçekten de müthiş bir “yatırım öngörüsü” …
Neyse…
Bu ufak gevezeliğin ardından filmimize dönecek olursak…
Besteci Renai (Rose Byrne) ve öğretmen Josh Lambert (Patrick Wilson) çifti, oğulları Dalton (Ty Simpkins) ile Foster (Andrew Astor) ve küçük kızları Cali (Brynn Bowie – Madison Bowie) ile beraber yeni evlerine taşınmışlar…
Ama henüz tam anlamıyla da yerleşememişlerdir…
Josh işine, oğlanlar da okullarına gittikten sonra piyanosunun başına geçen Renai, Cali’nin bebek telsizinden duyulan ağlama sesi üzerine yukarıdaki odasına çıkar…
O arada kulağına başka ilginç sesler de gelmeye başlamıştır…
Bu sesin kaynağını bulmak üzere evi ve hatta (tam bir “mezbeleliği” andıran) tavan arasını “şaşkınlıkla” kolaçan eden Renai, herhangi bir şeye de rastlayamaz…
Akşam Josh’da dönmüş ve bütün aile bir araya gelmişken, “davet edercesine” kendiliğinden açılan kapıdan süzülen Dalton birden tavan arasına çıkıverir…
Çıkıverir çıkmasına da…
Ampulü yakmak için tırmanırken basamaklarından biri kırılan merdivenden düşerek birkaç sıyrıkla atlattığı “hafif” bir kaza da geçirir…
Arkasından da Dalton’ın annesi ile babasını telaşlandıran “feryat figanı” yayılır ortama…
İşin daha da kötüsü, her ne kadar “hafif” dedikse de Dalton ertesi sabah uyanamayarak, derin bir uyku komasına girer…
Hastanede çocuğu inceleyen Dr. Sercarz’da (Ruben Pla) yapılan birkaç günlük testler aracılığı ile tıbbi bir sonuca ulaşamaz…
O nedenle araştırmaya devam edilecektir…
Ve böylelikle aradan üç aylık bir süre daha geçer…
Artık Dalton’ın bakımına, Kelly (Heather Tocquigny) isimli bir yoğun bakım hemşiresi de tutularak evde devam edilmektedir…
Bütün bu olumsuzlukların yanı sıra bir gün Renai yine piyanosunun başındayken, bebek telsizinden “fısıltılar” halindeki garip konuşmalar duymaya başlar…
Dalton’ın kardeşi Foster da annesine, geceleri etrafta dolaşan Dalton’dan korktuğunu söyleyerek odalarının değiştirilmesini ister…
Bu sinir bozucu ortamda bir akşam, Josh ile Renai’de tam yatacaklarken kapıları çalınır ancak Josh gidip baktığında kimsecikler yoktur ortalıkta…
Kapıyı kilitleyerek alarmı kuran ve yeniden odasına çıkmaya hazırlanan Josh, Cali’nin odasında bir yabancıyı görmüş olan Renai’nin çığlıkları üzerine koşuşturarak fırlar…
Tabii görünürde yine herhangi biri yok…
Hadi geçti derken, bu kez de kapının alarmı öterek gecenin sessizliğini ve iyice gerilmiş olan sinirleri tamamen bozar…
Josh aşağıya yeniden indiğinde kapının açık olduğunu görerek hem kapıyı kapatır hem de alarmı susturur ve eline aldığı bir şömine maşası ile evde dolanmaya başlar…
Ne çare ki, aynı durum bir kez daha tekrarlanır…
Elbette çok daha başka olumsuzluklar da yaşanır…
Nihayetinde işin tadının iyice kaçtığını fark eden karı koca Lambertlar, yeni bir eve taşınmaya karar verirler…
Fakat değişen pek fazla bir şey de olmaz…
Renai bir ara, belki çare olur diye eski dostu Peder Liam Martin’i (John Henry Binder) devreye sokmayı düşünse de olaya Josh’ın annesi Lorraine (Barbara Hershey) bizzat el koyarak:
Oğlu ve gelinini, Specs (filmin senaristi de olan Leigh Whannell), Tucker (Angus Sampson) ve geçmişe dayanan bir dostlukları bulunan Elise Rainier (Lin Shaye) ile tanıştırır…
Başlangıçta Josh, bu ekibin yapacaklarını şarlatanlık olarak nitelendirse de filmde yepyeni gelişmeler start alır…
Nasıl mı?
O ana kadar, “haunted house – hayaletli ev” konsepti içinde kapalı tek mekânda kurgulanan film birdenbire biçim değiştirerek “doğaüstü” olayların söz konusu olduğu ilgi çeken bir korku temasına evrilecektir…
Bitirmeden ilave edeceğimiz son husus ise, “Insidious” ın sinemada esas belirleyici unsurun “para” değil “zekâ ve vizyon” olduğunu gösteren filmlerden biri olduğu biçiminde olacak…
Özellikle de sürekli olarak bütçemiz olsaydı neler neler çekerdik bahanesinin ardına sığınan “yerli” ve “milli” sinemacılarımıza yönelik bir eleştiri olarak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Josh’ın ders verdiği 31. dakikada yer alan sınıftaki tahtaya dikkatlice bakacak olursanız James Wan ile Makyaj Bölümündeki Yeşim 'Shimmy' ve Leslie Borchard’ın adlarının da yazılı olduğunu görürsünüz…