Bu türü seviyorum. Klasik bir film-noir. En iyisi değil belki, ancak üst sıralarda olduğu kesin. Stilize sahneler, çekimler, kullanılan ışık, mekanlar, kıyafetler, karakterler, senaryo...Türün her bir unsuru eksiksiz olarak karşımızda. II.Dünya Savaşı sonrası Viyana da filmin önemli karakterlerinden aslında. Hasar görmüş binalar, sokaklar, köprüler...Cotten filmi sürüklüyor diyebiliriz ancak Orson Welles efsanesinin filme girişi ayrı bir olay, çıkışı ayrı bir olay! Unutulmayacak cinsten gerçekten. İngiliz sinemasının önemli eserlerinden biri olarak görülüyor film, izlemek lazım. Unutulmayacak şeylerden biri de kiminin alakasız bulduğu tema müziği.
Beklediğimden farklı çıkmıştı,başlamadan kafamda daha farklı bir film çizmiştim.En iyi filmlerden olduğu görüşüne katılmamakla birlikte,orta halliydi bence,savaş sonrası virane haldeki Viyana'yı görmek değişik bir deneyim oldu
49 yılına ait bu klasik filmi çok beğenemediğimi söylediğimde eminim ki kara film ve klasik filmleri seven sinemasever arkadaşlar tarafından sinemadan anlamamakla itham edileceğim ve hatta bundan sonra film falan izlemememi salık verenler olacaktır mutlaka. Bu ağır eleştirilere şimdiden göğüs gererek eleştirime başlıyorum :) Öncelikle filmi beğenemememin en önemli nedeni karakterlerin iki boyutlu oluşu sanırım. Biliyorum bu tarz filmlerde hep böyledir karakterler. Sonuçta ağır bir dram değil film-noir bu. Ancak bu filmde bu karakterlerin sayısı o kadar fazlaydı, başrol karakteri -belki bir de binbaşı karakteri hariç- inandırıcı bulabildiğim hiçkimse olmadı. Orson Welles'i sinemayı seven herkes sever. Ben de severim elbette. Yıllar önce ''Yurttaş Kane'' i izlemiştim (12-13 yıl oldu sanırım) film hala dün gibi aklımdadır. Ancak ben bu filmde Welles' in oyunculuğunu da yeteri kadar inandırıcı ve başarılı bulamadım. Yan karakterlerimiz de (kötü adamlar genellikle) bariz şekilde kötü oynamışlar film boyu. Holly Martins'in (başkarakterimiz) hiçbirşeyden şüpheleneceği yoksa bile adamı zorla şüpheye düşürdüler mimikleriyle, tavırlarıyla. Çok zekice olduğu söylenen senaryo ise bence o kadar da zekice sayılmazdı. Final kısmında bir ''şaşırtma'' daha olmasını epey bekledim. Bu kadar eleştiriden sonra film 63 yıllık bir film. Sinema tarihinin en önemli 100 filminden birisi olarak gösteriliyor. Bunun nedeni sanırım filmin ''vicdanlı'' bir film olması. Genelde hırsızlık, soygun, cinayet vs. araştırması üzerine kurulu kara film türünde ilk defa savaş suçları ve savaşta hasta çocuklara kötü ilaç satan insanları eleştirmesi bu filmi birçok insanın gözünde değerli kılmış anlaşılan. Açıkcası bu iyi kalpli filmi bütün defolarına, bütün eskimiş yanına rağmen bende bu yüzden sevdim. Böyle bir konunun işlenmesi, bu duyarlılık takdir edilmeyecek gibi değil. Sonuç olarak bu kadar laftan sonra ben filmi abartıldığı kadar başarılı bulamasam da vicdanı, sinema tarihinde fetiş olmuş ''Üçüncü Adam'' karakteri sayesinde takdir ettim. Yalnız bu film Hitchcock'un ellerinde kesinlikle bir efsaneye dönüşürdü bu da bir gerçek.
Sinema tarihinde kara film ve karamsar bir romantizm başyapıtı diyebiliriz ... Dram, gizem ve suç türlerini barındırmakta... Kamera açıları, ışıkların ve gölgelerin kullanımı olağanüstü ... Ödüller almış, izlenmesi gereken bir film ...
- İtalya'da 30 yıldan beri cinayetler, terör, kavgalar ve kan dökmeler var. Fakat Rönesans, Michalengelo ve Leonardo da Vinci de onların eseri. İsviçre'de kardeşlik ve sevgi hakim. Demokrasi ve barış 500 yıldır hüküm sürüyor ama yaptıkları ne? Guguklu saat !!!
- Kim Bu Üçüncü Adam? -Özellikle 40'lı, 50'li yıllarda Hollywood'da altın dönemini yaşamış ?film-noir? türünün başyapıtlarından biri olarak görülen İngiliz yönetmen Carol Reed'in elinden çıkmış ?The Third Man?; üç Akademi adaylığı ve Cannes'da aldığı büyük ödül ile çekildiğindeki gibi hala ilgiye karşılanan gerçek bir klasik. Kara film dediğimizde aklımıza gelen unutulmaz diyaloglar, dar sokak arası kovalamacaları, entrikalar ve aşk hepsi ?The Third Man'de mevcut. Tabii kullanılan mekan olarak türdeşleriyle oldukça ayrı bir yerde duruyor. Aşina olduğumuz ABD yerine Avrupa'nın ve Avrupa sinemasının da kokusunu film boyunca ciğerlerimize kadar çektiğimiz; buruk, hüzünlü, üzerinden büyük bir savaş geçmiş, salaş bir Viyana var karşımızda. Savaşın yıkıcı etkisi sonucu mafyanın, karaborsanın hakim olduğu solgun kent hemen film başlar başlamaz tasvir ediliyor. Sözcüklerle önbilgi sahibi olduğumuz kentin melankonisi ileriki dakikalarda olağan üstü bir sinematografiyle gözlerimizle görerek daha bir içimize işliyor.Tür için mükemmel mekan seçiminin yanında yine türe tamamıyla uygun bir hikaye ve muazzam yazılmış bir senaryo filmin neden başyapıt olduğunu kanıtlıyor gibi. Graham Greene'nin yazdığı öyküden uyarlanan senaryo ki (Filmden sonra öykü kitap haline de getirilmiş) senaryo ekibinde Greene'nin yanında Orson Welles ile Carol Reed de yer alarak filmin parıldayan her isminin dokunuşu filmi mükemmeliyete taşıyan sebeplerden biri. Filmden sonra bir efsane olan Welles'in bizzat yazıp filme koyduğu lunaparklı sahnede Henry Lime tarafından söylenen ünlü replik de şöyledir: ?İtalya'da otuz yıl boyunca Borjiyalar vardı. Yani savaş, kıyım, cinayet vardı; ama Michalengelo, Leonardo ve Rönesans da aynı dönemde var oldular. Oysa İsviçre'de kardeşlik, beş yüz yıllık köklü demokrasi ve barış vardı; ama ne yaratabildiler? Sadece guguklu saat.?Pek de popüler olamamış, ucuz western çizgi romanları yazan Amerikalı Holly Martins arkadaşı Henry Lime'i görmek üzere Viyana gelir; ancak arkadaşının bir trafik kazası sonucu arkadaşının öldüğünü öğrenir. Sorduğu hemen her kimseden kaçamak ve çelişen cevaplar alan Martins arkadaşının cinayete kurban gittiğinden ve tüm kentin bunu ört bas etmeye çalıştığını düşünmeye başlar ki izleyicinin aklındaki de Martins bu düşüncesiyle aynıdır doğrultudadır. Ta ki Orson Welles ?gözükene? kadar. Hollywood kara filmlerinden aşina olduğumuz entrika kokan bu hikaye müthiş bir senarist dokunuşuyla filmi bambaşka bir noktaya götürüyor. Henry Lime'in nemli Viyana sokaklarının birinde ayağına dolanan bir kedinin hışırtısıyla yüzüne vuran ışıkla ortaya çıkışı kanımca sinema tarihinin en unutulmaz ve en güzel anlarından biridir. Filmin başından beri benimsediğimiz, bir hüzünle yaklaştığımız Henry Lime'i ile karşı karşıya kalırken yaşayan bir ölü görmüşcesine hem büyük bir şaşkınlık yaşar hem de karakterin ?kötücül'lüğüyle tanışır izleyici ve Martins. Başından beri arkadaşının ölümünü araştırmasıyla vefakar arkadaş portresindeki Martins ile zaten bir gönül bağı kurmuş olan izleyici Henry Lime gerçeği sonrası Lime'in sevgililerinden biri olan ve hikayenin başından beri Martins'e yardım etmeye çalışan, ne olursa olsun Lime'e tutkulu bir aşkla sarılan Anna Schmidt ile Martins arasında olan duygusal bağ ile olaylar ve karakterlerle film daha içsel ve hüzün dolu bir hal alır. Böylece yaşan(a)mayan, karşılıksız aşk gibi bir kara film miti de filmde cereyan ederken türün olmazsa olmaz unsurlarından olan heyecan dolu bir çatışma sahnesi de finalde yer bulurken, çok anlamlı ve etkili bir şekilde kendisini gösterir. Filmin son görüntüsü olan odamızın en güzel yerinde durmasını isteyeceğimiz bir tabloyu andıran ağaçlar altında, buruk Viyana görünümü de izleyenin ve karakterlerin film boyunca çektiği o melankoninin perdeye yansıması gibidir. Holly Martins rolünde vefakar arkadaş olarak izlediğimiz Joseph Cotten ile Lime'in aşığı rolündeki İtalyan oyuncu Alida Vali başta olmak üzere tüm oyuncular göz doldururken; kısa süreli performansıyla Orson Welles de unutulmayacak bir kompozisyon çizer. İzlerken beyin jimnastiği yaptıran senaryosu, Akademinin ödüllendirdiği muhteşem sinematografisi ve Carol Reed filmin müziklerini yapması için keşfedene kadar barlarda sıradan bir müzisyen olarak çalışan Anton Karas'ın unutulmaz tınılarıyla, Alman dışavurumculuğunun film-noir türüne yansıması olarak gözüken ?The Third Man?; hiçbir kara filmin olmadığı kadar hüzünlü ve anlamlı bir baş eser? - ?The Third Man? {Üçüncü Adam, 1949} / Carol Reed -
fimin başında kendi kafamda dha farklı senaryo hayal etmiştim ya da dha farklı bi son belki de.film bni şaşırtmadı ve etkilemedi açıkçası.evet fena değildi ama 'en iyi ingiliz filmi' fikirlerine katılmıyorum. 6/10
Kült filmlerin birçoğunu izledim ve eski filmlerin büyük bir hayranıyım. Lakin bu filmin fazlasıyla abartıldığını düşünüyorum. Jenerik birkaç sahnesi ve birkaç diyalogdan başka izlenmeye değer birşey olduğunu düşünmüyorum. Sırf Orson Welles var diye olumlu konuşmayı etik bulmuyorum...
Film bir eleştiri,kara mizah filmi.Yer yer alfred ustanın filmlerinede benzettim.Konusu,kurgusu itibariyle kült olmuş bu filmi izlemeyen tüm arkadaşlara öneririm.
Muhteşem kurgulanmış ve Trt'nin herkes görsün ve ders alsın diye imidr bilmeme devamlı gösterdiği ve sinemaseverlerin başucunda bulunması gereken harika bir kara film. Orson'un oyunculuguna oldugu gibi Carol Reed'in bakış acısına da diyecek birşey yok. Muhteşemler.
'İtalya'da 30 yıl boyunca Borjiyalar vardı. Yani savaş kıyım, cinayet... Ama Michelangelo, Leonardo ve Rönesans aynı dönemde var oldular. Oysa İsviçre'de kardeşlik, 500 yıllık demokrasi ve barış vardı. Ama ne yaratabildiler? Sadece guguklu saat! ...
Filmlerde hafızalara kazınan bazı sahneler vardır(The Usual Suspects-Kevin Spacay gibi).Bu filmde de akıllardan çıkması imkansız olan Orson Welles'in göründüğü sahne unutulmazlar arasındadır.Diyaloglar,olayların akışı kısacası her yönüyle dört dörtlük bir film.
Çok güzel ve sürükleyici bir kara film örneği 3. adam... arkdaşının öldüğünü öğrenen yazar kahramanımız olayı araştırmaya başlar ve araştırdıkça da arkadaşı hakkındaki gerçeklerle yüzleşmek durumunda kalır. Bu gerçek onu hem sarsacak hem de arkadaşlığı ve vicdanı arasında seçim yapmaya sürükleyecektir...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.