İlk cümleden söyleyeyim, The Revanant filmi bir başyapıt. Alejandro Gonzalez Inarritu’nun altıncı uzun metrajlı bu filmine geçmeden evvel Inarritu sinemasını anmanın da doğru olacağını düşünüyorum. Öncelikle Inarritu, sinemaya “Ölüm Üçlemesi” ile giriş yaptı ve de Amores Perros adlı ilk filmiyle keşfedildi, kimileri film için 21.yüzyılın ilk önemli eseri yorumunu yaptı. Kısacası çok olumlu eleştiriler alan bu filmden sonra Inarritu için de Hollywood’a transfer olma yolculuğu başlamış oldu. Kanımca da Amores Perros, gerçekten mükemmel bir film. Inarritu sinemasını hiç seyretmemişlere ilkin bu filmi seyretmelerini öneririm. Sonrasında üçlemenin ikinci filmi 21 Gram geldi. Bu filmi ise hala izlemedim. Benim tembelliğim. Aynı şekilde 21 Gram da son derece olumlu eleştiriler aldı. Ve üçlemenin en son filminde ise Babel, nam-ı diğer Türkçe anlamıyla aslında Kargaşa ismine karşılık gelen bu film, üç farklı kıtadan üç farklı hikayeyle ilk iki filmdeki kesişen hayat öykülerini bir tık daha derinleştirirken, sözlerini de daha evrensel ve daha kuvvetli bir biçimde söylüyordu. Eğer Babel’i izlemediyseniz mutlaka seyredin derim. Bir şaheser. Hayatımda izlediğim en iyi filmler içerisinde de bulundururum. Ve sonrasında ise Inarritu ile bu ilk üç filmin senaristi Guillermo Arriaga arasında yaşanan sürtüşme ile Inarritu’nun ne yapacağı merak ediliyordu. Ancak Biutiful (onu da hala seyretmedim) ile Inarritu, gayet olumlu eleştiriler aldı ve Arriaga’sız da başarılı olabileceğinin sinyallerini bize verdi. Ve hemen arkasından önce en iyi film ödülüne Oscar’da uzanan mükemmel Birdman, ve de şimdi konuşacağım The Revenant, Inarritu’nun ne kadar iyi bir sinemacı olduğunu hafızalarımıza perçinleyen diğer iki film oldu. The Revenant filmi, zaten Leonardo DiCaprio’nun başrolde oynadığını öğrendiğimiz zaman pek çok kimseyi heyecanlandırmıştı. Ve Inarritu, diğer filmlerine nazaran bu kez farklı tarzda bir filme imza atacaktı, ve de ilk kez bir uyarlama senaryo ile karşımıza çıkıyordu. Yanına Birdman’deki olağanüstü görüntü yönetimi ile hafızalarımıza kazınan Emmanuel Lubezki’yi de alan Inarritu, tekrardan aynı sağlamlıkta bir filmle geldiğinin sinyallerini de veriyordu zaten. Ve unutuyordum az kalsın. Tom Hardy. 12 Oscar adaylığı almayı başaran bu filmi konuşmaya ise, geçen yılki Birdman eleştirimde de ilk olarak bahsettiğim Lubezki’yle başlamak istiyorum. Lubezki, geçen yıl Birdman’dan sonra, bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan ve de Filmekimi ile İstanbul Film Festivali’ne uğramış olan Terrence Malick’in son filmi Knight of Cups’ta da çok iyi bir iş ortaya koyduktan sonra, The Revenant’ta da gerçekten harikulade bir iş ortaya koyduğunu söylemek doğru olacaktır. Lubezki, sizi adeta o savaşın o anda siz içerisindeymişsiniz gibi hissettiriyor ve de soğuğu Hugh Glass ile beraber iliklerinize kadar hissettirmeyi başarıyor. Son iki yılda en iyi görüntü yönetmenliği Oscar’ını da kazanan (diğer kazandığı film Gravity) Lubezki, zannımca arka arkaya üçüncü kez kazanması çok muhtemel diyebilirim. İkinci olarak Inarritu’ya gelecek olursak, Mark L.Smith ile beraber Michael Punke’ın “The Revenant: A Novel of Revenge” adlı romanının bir bölümünü uyarlayan Inarritu, sinemasına farklı bir yön veriyor ve de söyleyeceği sözleri bu bağlamda son derece özgün bir biçimde söylemeyi başarıyor. Ve gelelim Leonardo DiCaprio’ya. Oscar kehanetlerinde bir numaranın ne olduğunu sormama gerek yok sanırım. Bu yıl da dahil olmak üzere tam üç kere Altın Küre’de ödül alan Leo, altıncı Oscar adaylığında ise taşın bacağını bu sefer kıracak gibi duruyor. Sergilediği mükemmele yakın performansıyla göze çarpan Leo, konuşmalarından ziyade fiziksel bir performans sergileyerek sahiciliğini tümüyle sizlere aktarmayı başarıyor diyebilirim. Bu arada filmin çok zor koşullarda çekildiğini de duymuşsunuzdur, eğer filmle alakalı kimi başka yorumları da okuduysanız (doğal ışıkla çekim yapabilmek için günün bir saati çekim yapmak…). Ve de Tom Hardy’ye gelecek olursak, onun da Oscar’da aday olması zor gibi gözükürken çıkardığı Oscar adaylığı ile bir anda iddialı konuma gelmeyi başaran Tom Hardy de gayet başarılı performans sergilemeyi başarıyor, filmin diğer yan oyuncuları gibi. Sonuç olarak, The Revenant, Inarritu’nun altıncı filmi içerisinde izlediğim dördüncü filmi, hatta dördüncü başyapıtı. Her ne kadar Birdman’i The Revenant’tan daha iyi bulsam da The Revenant, her ne kadar hala izleyemediğim, izleyeceğim birkaç festival filmi ve bununla birlikte bu yıl Oscar’da göze çarpan, aday olan kimi filmleri izleyememiş olsam da, şu ana kadar izlediğim 2015 yapımları içerisinde benim listemin ilk basamağında yer alıyor. Mutlaka izleyin!