Mit mi, gerçek mi?
Yazar: Fırat AtaçTahmin edilmesi güç, formüllerden arınmış İşkence Odası (Martyrs) ile özel olarak Fransız Yeni Korku Dalgası'na genel olarak da modern korkuya bir hazine hediye eden Pascal Laugier, ilk İngilizce filmi ile karşımızda. İşkence Odası ile elde ettiği başarının ardından diğer tüm Avrupalı yönetmenler gibi Hollywood'a transfer olan Laugier'in bu dönemi biraz sancılı geçmişti aslında. İlk olarak Hellraiserr'ın yeniden çevrimi için anlaşılan Laugier, söylentilere göre stüdyonun kendisini hiç özgür bırakmaması sebebiyle tası tarağı toplayıp Sır (The Tall Man) üzerinde çalışmaya başlamış. Bununla da yetinmeyen yönetmen filminin safi bir Amerikan yapımı olmasından korkmuş olacak ki Fransız ve Kanadalı yapımcıları da işin içine dahil etmiş. Bu tercihler sayesinde Sır'rı Avrupa filmi duyarlılıklarına sahip bir kıvama sokan yönetmen, sırf inandığı değerlerin arkasında durduğu için bile kocaman bir takdiri hakediyor.Sır, sinopsisinin sadece gereklilikten sinemaseverlerle paylaşıldığı bir film. Konusunu okuduğunuzda küçük bir kasabaya musallat olan kötülükle karşı karşıya olduğunuzu düşündüren film, ilerleyişini bol miktarda twist üzerine kurduğundan beklentilerinizle fena halde çelişiyor. Madenlerin kapanmasından sonra inanılmaz derecede fakirleşen bir kasabayı mekan olarak seçen hikaye, kasabadaki çocukların teker teker ortadan kaybolmasının ardındaki gizemin peşine düşüyor. Yerel halk çocukları 'Uzun Adam' adını verdikleri bir efsanenin aldığını düşünürken, kasabanın hemşiresi daha mantıklı düşünmeyi seçmiş. E tabii mantık da bir yere kadar. Bir gece onun da çocuğu ortadan kaybolunca bunun bir mit mi, yoksa gerçek mi olduğu konusunda onun da kafayı yorması gerekiyor.Hikayenin buraya kadarki kısmı hiç bir şey, bundan sonraki kısmı ise çok şey anlatıyor. Yine de ben o taraflara mümkün mertebe girmeyip sizi sürprizlere açık bırakacağım. Ortada ilk yarıyı klişelerle ve sade bir düzlemde örüp, ikinci yarıyı tamamen farklı bir moda sokan başarılı bir plan var çünkü. Yönetmen tıpkı İşkence Odası'nda yaptığı ve muhtemelen bundan sonraki senelerde alamet-i farikası olarak anılacak, 'filmi ortasında resetleme' işini yine ustaca kotarmış. O filmi şaşırtıcı yapan neyse, bunu da yapan o temel olarak. Bu resetleme işleminden sonra hikayesini yeniden elden geçiren filmin, künyesinde yazan korku/gerilim türünü incelikli bir şekilde dram/gizem'e çevirmesi bazı seyircilerce yadırganacak olsa da korkusuz bir hareket. Zaten Laugier'in yaptığı da tam olarak bu: Risk almak.Uzun süredir saklanan sırlar, yüzeye çıkmayı bekleyen gerçekler, komplo teorileri ve hiç beklenmedik karakter motivasyonları filmi bir süreden sonra takip edilmesi güç bir hale getirse de bu durumdan rahatsız olduğumu söyleyemeyeceğim. Yine de seyirciyi sürekli yanlış yönlendirip, seçtiğin yönü de yanlış gösteren filmin biraz daha 'sakin' olmasını tercih ederdim. Belli bir andan sonra bu durum tansiyonun tamamen düşmesine sebebiyet verse de asıl problem hem tansiyonun düşmesine izin verip hem de cevaplanmamış sorular bırakmakta ortaya çıkıyor.Uzun Adam efsanesinin korkuya sürüklediği Cold Rock kasabasının ise filmde birden fazla görevi var. Bunlardan ilki bu mekanın bir metafor olarak seçilmiş olması. Fakirlikten çürümüş olan bu kasabanın karşısına nasıl olduğunu anlatamayacağım şekilde konan daha refahlı yaşam standartları filmin provakatif tarafınının da kaynağı durumunda. Doğduğumuz yerin ayrılmaz bir bütünü olup olmadığımızdan, daha iyisini hakedip haketmediğimize, bütün bunlara kimin karar verdiğinden, sistemin bozukluğuna kadar içi çok dolu olmasa da düşünceleririni sıralayan filmde Cold Rock'ın ikinci görevi ise korkutucu atmosferi. Çocukların ortadan kaybolduğu ürkütücü peri masallarının olmazsa olmazları karanlık ormanlar, dağlar ile çevrilmiş izole mekan, sosyalleşmenin tek imkanı olan köhne lokantada bir araya gelmiş bitik insanlar...Tüm bunlar filmin kalibresini bir kat daha arttıran unsurlar.Jessica Biel'ın aynı zamanda yapımcılarından biri olduğu filmde, belki de bundan dolayı ortaya koyduğu ekstra adanmışlıkla kariyerinin en iyi işlerinden birini çıkardığını söylememiz gerek. Amiyane tabirle 'adamı günaha sokacak' fiziksel avantajlarını bir kenara bırakırsak; 'bu kız da oyunculuk yapabiliyormuş' sonucuna varmanız işten bile değil.Son tavsiyem, Sır'a ne bir korku, ne bir canavar, ne de bir slasher filmi olarak yaklaşmanız olur. Bu haliyle film, bazı tür hayranlarına uzakta bir yerde seyretse de, orijinal fikirlere açık olanları kolayca tavlayacaktır. Çok yakın bir zamanda janrın en önemli yönetmenlerinden biri olacağına kesin olarak kanaat getirdiğim Pascal Laugier'in yeteneklerinin beyazperdedeki yansımalarını görmek de cabası...firat_atac@hotmail.com firatatac.tumblr.com twitter:firatatac