Bu bakışın taşıyıcısı kim?
Yazar: Baran Barış“Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye – özellikle görsel bir nesneye – seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur”. John Berger’in Görme Biçimleri kitabındaki bu tespiti, ataerkil dünyada kadınlara yönelik eril bakışı en yalın biçimde özetliyor. Ataerkil kodlarca inşa edilen popüler kültür de erkeği, bakışın taşıyıcısı olan özne olarak kabul edip kadını cinsiyetçi ideoloji tarafından biçimlendirilmiş bir imgeye indirgiyor.
28 Eylül’de Netlix’te gösterime giren, Andrew Dominik imzalı Blonde filmi, hayatı boyunca ve sonrasında hep Berger’in sözünü ettiği erkek bakış açısıyla anlatılmış Marilyn Monroe’nun hayatını ele alıyor. Asıl adı Norma Jeane olan ünlü yıldızın hikâyesi, yedi yaşından itibaren aktarılıyor. Böylesi bir başlangıç, karakterin çocukluğunda annesi ve hiç görmediği babasıyla olan iletişimsizliği, sorunları üzerinden tarif edilmesine olanak sunarken izleyicinin yalnızca dışarıdan bir gözle bakıp Norma Jeane’e merhamet duygusunu beslemesine neden oluyor; ancak izleyici ile temel anlatı kişisi arasında empati temelinde bir etkileşim gerçekleşemiyor.
Norma Jeane’in yaşı ilerleyip adını ilk duyurduğu zamana geçildiğinde anlatı, “Marilyn Monroe” adının etrafını kuşatan cinsiyetçi zihniyetin ve söz konusu zihniyet tarafından yapılanan söylemin örneklerini vermekle yetiniyor. Tam da anlatının bu kesitindeki bir sahneyle Berger’i haklı çıkararak Monroe’nun yaşadığı dönemde “seks bombası” vb. sıfatlarla üretilen ataerkil söylemi görsellerle destekleyip yeniden karşımıza çıkarıyor. Cass Chaplin’le aynanın karşısında kendini izleyen Marilyn Monrore, erkeğin yönlendirmeleri ve bakışıyla kendine bakıyor. Bu sahnede somut olarak örneklenen ve filmin genel atmosferini biçimlendiren ataerkil ideoloji, gerçeğin de bu yönde olduğunu dikte edebilir; ancak filmin uyarlandığı yapıtın yazarı Joyce Carol Oates’in belirttiği gibi bu anlatı, bir biyografi değil, kurmacaysa – ki biyografilerin de birebir nesnel gerçekliği yansıtıp yansıtmadığı epey tartışmalıdır – izleyici ya da okurun gerçek bir hayat hikâyesi üzerinden alternatif kurmaca ihtimalleri üzerine düşünme olanağı vardır ve bu nedenle – film özelinde – bugüne kadar geleneksel anlatılarda femme fatale bir imgeyle sunulan Marilyn Monroe’nun hayatının feminist perspektifle oluşturulmuş bir kurmacayla işlenmesinin olanaklarını da sorgulamak gerekiyor.
Ana de Armas’ın Marilyn Monroe’ya hayat verdiği Blonde’un oyuncu kadrosunun filmle ilgili olumlu bahsedilebilecek yanlardan biri olduğu söylenebilir. Özellikle bütün filmi sırtlayan Ana de Armas, Norma Jeane’den Marilyn Monroe’ya değişen, dönüşen duygu geçişlerini anlatının çizdiği sınırlar içinde yansıtmayı başarıyor. Adrien Brody, Julianne Nicholson’ın oyunculukları da filmde öne çıkan performanslar arasında.
Genel izleyiciyi çekebilecek bir yapım olarak tanımlayabileceğimiz Blonde, farklı bir Marilyn Monroe hikâyesi anlatma olanağını yukarıda bahsi geçen nedenlerle tam anlamıyla iyi değerlendiremiyor. İzleyicinin Marilyn Monroe’nun arkasındaki Norma Jeane’i biraz olsun tanıması için kapı aralıyor belki ama bir kadının hikâyesini anlatırken durduğu yer, erkek bakışından tamamen uzaklaşıp feminist perspektiften böyle bir hikâyenin ele alınması gerekliliğini ortaya koyuyor.
Baran Barış