Vaat ettiğini yerine getiren filmleri severim. Sanırım yazıya bu şekilde başladığım film sayısı fazla olmamıştır. Oyunun Sonu (Margin Call)'nun vaat ettiği ne? Küresel ekonomik krizin başlangıç günlerine dair bir izlek sunmak. Batan koca koca şirketlerden birinde, bir gecede yaşananların öyküsünü anlatmak. Genç bir analistin ortaya çıkardığı dehşet senaryosuna çözüm arayan, ‘kurtlar sofrasında bir gece'de nelerin yaşandığının hikayesi. Yedi büyük günahtan biri: açgözlülük. Para kaybetmektense binlerce insan kaybetmeyi tercih eden, Wall Street (1987)'teki Gordon Gekko türü adamların öyküsü bu.
Evet ne demek istediğini anlatıyor film ama bunu yaparken seyirci olarak siz, karşısındakinin yetersiz İngilizcesine rağmen onu anlayabilen zeki bir turist gibi davranmak zorunda bırakılıyorsunuz. Karşınızdaki derdini "mealen" anlatıyor çünkü. Bütün o çöküşe gidişin göstergesi sayılan grafikleri doğru dürüst görmüyorsunuz bile! Neden her şeyin bir anda ortadan kaybolduğunu anlamakta zorlanıyorsunuz. Eğitim filmi gibi değilse de karakterlerle daha kolay empati kurabilmenin bir yolu bulunabilirdi. "Emin olun, bunun adı çöküş, siz kafanızı rakamlara fazla takmayın" türü bir yönlendirme sözkonusu.
JC Chandor ilk uzun metrajında hem senaryoyu hem de yönetmenliği üstlenmiş. Üstelik rüya gibi bir oyuncu kadrosunu bir araya getirmeyi başarmış. Tabii bunda filmin aynı zamanda yapımcılarından biri olan yükselen yıldız Zachary Quinto'nun desteği de olmalı. Karakterlerden hangi birini sayalım: 34 yılını şirkete vermiş, -her devrin adamı- Kevin Spacey, şirketine helikopterle gelen -köpekbalığı- Jeremy Irons, karakter oyuncusu denilince akla gelen ilk isimlerden Stanley Tucci, her rolünde inandırıcı olmayı başaran dışavurumcu Paul Bettany, hatta yetmezmiş gibi Demi Moore..
Tüm bu yıldız cümbüşüne rağmen olay akışı bakımından durağan bir film bu. Üstün yetenekli oyuncularına geniş alan bırakmıyor. Gerilimin büsbütün arttığı uzun diyaloglu sahneler var, ama bunlar devlerin çarpışmasından çok, sıradan laflar geçidine benziyor.
Yönetmen derdini "mealen" anlatacak şeyleri yapmış. 40 yılını Merill Lynch'e vermiş babasından faydalanarak eli yüzü düzgün bir senaryo ortaya çıkarmış. Ama başta belirttiğimiz sorunun altını çizecek olursak; şirketin neden batmakta olduğunu, mesleği borsacılık olmayan seyirciye anlatabilme konusunda pek ikna edici değil. Genç analist (Quinto) onlara hangi grafikleri tabloları gösteriyor, şöyle bir üstünkörü anlıyorsunuz. Olayın vahimliğini, şirkete yıllarını vermiş kurnaz yöneticilerin tepkilerinden fark ediyorsunuz.
İşin ironik tarafı, filmde Spacey ve Irons'un canlandırdığı karakterler bile, bu rakamlardan bir şey anlamadıklarını itiraf ediyorlar. Yanlış anlamayın, film bunu yapmak istemiyor zaten. Ama azıcık yapsaymış daha iyi olacakmış sanki. Zira anlatılacaklar, neredeyse tek bir mekana, böyle görkemli oyunculara rağmen dar bir alana sıkıştırılmış gibi görünüyor.
Filmin anlatmayı başardığı nokta şu: İnsanlar kibir ve açgözlülüğün sarhoşluğu altında acımasız bir hayvana rahatlıkla dönüşebiliyor. Kendisine güveni tam, pahalı arabalarla gezen, milyon dolarlarla oynayan bu "harika" çocuklar ellerindeki herşey bir gecede gittiğinde çocuk gibi ağlayabiliyorlar. Jeremy Irons'un ruh verdiği "esas patron"un bile tüm o helikopterli-şaşalı girişine rağmen, işin içinden çıkamadığı için yaşadığı öfke patlamaları da bu yüzden.
"Heroes"un Sylar'ı Zachary Quinto, beyazperdedeki rolüne bu isabetli projenin de yardımıyla gayet rahat devam edebilir. Yönetmen J.C. Chandor da henüz ilk uzun metrajında böylesine ciddi bir hikayeyi, yaşanmış bir hadiseyi, yaşamış olmaktaki en büyük oyunculardan en azından bir kısmının desteğiyle peliküle aktarmış olmanın verdiği şevkle çok daha güzel işler başarabilir.
Asıl meseleye gelelim o zaman. Yok yok, şu rakamlar grafikler falan değil. Yanıt tek bir sözcükte gizli: stil.. Michael Mann'in Köstebek (The Insider)'te yaptığını hatırlayın. Bir başkasının elinde son derece sıkıcı hale gelebilecek öyküyü, stilize çekimlerle karakterlerinin içine, hatt beynine girerek aktarmıştı. Yönetmenin bayıldığı o ense-planlar ile karakterin zihninin gerisinden, onun gördüğü dünyayı röntgenlememiz bekleniyordu ve biz de tam bunu yapıyorduk. Mann sadece kullandığı mercek ve açılar değil, müzik, renk paleti, hatta genel olarak filmin ritmi ile, bize sinemanın "bir hikayeden çok onu nasıl anlattığınızla ilgili bir sanat" olduğunu haykırıyordu.
Oyunun Sonu ise Mann'inki gibi bir bakış açısıyla hele böylesine büyük oyuncularla yılın en büyük başarılarından biri olabilecekken, vitesini yükseltmeye korkmuş bir atlet gibi görünüyor. Üstelik tam da Avrupa üzerinde karanlık ekonomik kriz bulutlarının bu kadar yoğun olduğu günlerde, yeni bir "Wall Street" etkisi yaratma şansı varken...
orkansanci@yahoo.com
twitter: lost___child