Büyülü Madrid'de aşk üzerine her şey...
Yazar: Ali ErdenBu filme, büyülü Madrid'de aşk üzerine her şey diyebiliriz. Merce'nin kalbi bir yıldır boş. Masajcılık işi yapan Merce (Adriana Ugarte), annesinden telefon geldiğinde sarı mobiletine atlayıp Madrid sokaklarına vuruyor kendini. Ardından da motosikletiyle itfaiye aracına bindiriyor. Bu kaza olduktan sonra film geriye dönüş yapıyor. Yakın geçmişin biraz ünlü şarkıcısı ve oyuncusu ablası Loreto'yla (Guadalupe Lancho) gittikleri falcı, yakın bir zamanda aşka düşeceğini söylüyor Merce'ye. Buna inanmasa da o aşk hemen karşısına çıkıyor. Hem de üç itfaiyeciyle birden. Bunlar Raúl, Toño ve Salva... Merce'nin işyerine gelen üç itfaiyeci Merce'ye kendilerini beğendirmek için uğraşıyorlar, ama Merce'nin önce onları denemesi gerekiyor.
Önce rüyasında bu genç adamlarla sevişen Merce, tek tek onlarla çıkıyor ve karakterlerini öğrenmeye çalışıyor. Toño ve Salva'yla yemeğe çıkıp yattıktan sonra en zorlu olana, Raúl'a (Hugo Silva) geliyor sıra. Raúl, Toño ve Salva'ya benzemiyor. Karizmatik Raúl'da, farklı ve özel bir şeyler var. Aşk da böyle doğuyor gerçek hayattaki gibi. Diğerlerine benzemeyen, farklı olana aşık oluyor insanlar. Merce de öyle oluyor. Raúl, dünyasına hemen girilemeyen gizemli insanlara benziyor. Mistik olmasa da Raúl keşfedilmeye değer Merce için. Raúl'u hemen yatağa atamayan Merce, belki de hayatında ilk defa bir erkeğe böyle aşık oluyor. Raúl da Merce gibi bir aşktan çıkmış. İlk gençlik yıllarından bu yana ot içiyor. Yangının ortasında kalıp travma yaşayan Raúl, işinde geri hizmette görev yapıyor şimdi. Hayatı düzenli değil. Evi de hayatı gibi dağınık. Merce, Raúl'un hayatına girdikten sonra Raúl'un hayatını düzenlemeye çalışıyor. Belki de kadınlarda olan bir şey bu. Raúl'un evini temizliyor, dağınık eşyalarını düzenliyor Merce. Her şeyi kendine göre ayarlıyor. Sanki Raúl'un hayatı yokmuş gibi. Bununla da kalmıyor, Raúl'un geçmişteki ilişkilerini de sorgulamaya başlıyor Merce. Raúl'u kıskanmaya başlayan Merce, ayrıldığı sevgilisiyle denediklerini de anlatıveriyor Raúl'a. Boğulduğunu hisseden Raúl, öfke anında Merce'yle tartışıyor ve ayrılıyorlar. Küskünlükler uzun sürmüyor tabii ki. Aşk, her şeyi yeniyor çünkü. Final bölümündeki gibi... Bu filmde, bir kadınla bir erkeğin aşkı üzerine birçok şeyi bulacaksınız. Sakin bir deniz birdenbire nasıl da kasırgaya dönüşüveriyor, kadınlar ve erkekler, ne birbirleriyle ne de birbirleri olmadan yaşamıyorlar. Aşk böyle bir şey işte.
Elbette bu filmde başka hikâyeler de yansıyor perdeye. İspanyol sinemasının melodramatik anlatımlarında yan hikâyeler filme çok şey katıyor. Merce'nin ablası Loreto'nun hikâyesi de başlı başına bir film olabilir. Loreto, gözden düşmüş bir sanatçı. Meneceri Fidel ona kolay iş bulamıyor. Loreto'nun bir oğlu da var. Loreto, kendi için çabalayan Fidel'in büyük aşkı olduğunu fark ediyor ve hayatını onunla birleştiriyor. Bir de iki itfaiyeci Toño (Álex Barahona) ve Salva (Rubén Sanz) var. Eşcinsel olmasalar da, aynı mekânda eşcinsel porno filmleri izleyip vakit geçiriyorlar beraberce.
Kısa filmlerle sinemaya giriş yapmış yönetmen Vicente Villanueva, 1970'de Valencia'da doğmuş. 2011 yapımı "Ya Aşk Olmasaydı? (Lo contrario al amor)", onun ilk uzun metrajlı filmi. Villanueva'nın bu filmi, bizim kültüre gerçekten çok uzak. Ülkemizdeki Raúllar, yakın arkadaşlarıyla yatmış Merce'lere kalplerini pek açmazlardı. Akdeniz kültürünü içinde yer alan ülkelerde benzerlikler ve farklılıklar olabiliyor. Villanueva'nın filmindeki gibi. İspanyol sineması gerçekten toplumla yüzleşebilen cesur sinemalardan biri... Bu sinema, topluma aynada kendini gösterebiliyor. İspanyol toplumunda, onlarca yıl sürmüş baskıcı yönetimler yüzünden bastırılmış her şey aile içinde patlıyor belki de. Taciz, istismar, ensest, aile içi şiddet, eşcinsellik gibi durumlar daha dolaysız ve gerçekçi yansıyabiliyor. Villanueva'nın sinemaskop çekilmiş "Ya Aşk Olmasaydı" filminde Madrid zaman zaman kendini göstermiş. Yönetmen ağırlıklı olarak iç mekânlarda çalışmak istemiş. Umarız İspanyol yönetmenler şehirlerini göstermek için bu kadar ketum davranmazlar.