Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Birgün
Yazar: Tuğçe Madayanti Dizici
Bu serinin en ilgi çekici yanı kuşkusuz ki kurbanların içine düştükleri oyun tuzakları. Bu tuzaklardaki zeki mekanik düzenekler aynı zamanda birer bulmacadır. Filmdeki özellikle bazı tuzaklar ve çözümleri oldukça baştan savma idi; kurbanların silo içinde hapsoldukları sahne gibi. Tuzaklar içinde hapsolmuş kurbanlar arasında kurulan şüphe bu filmde daha işlevseldi. Tabi bu seride her şeyden önemlisi elbette ki filmin finalinde seyirciyi şoke eden twist anıdır. Açıkçası hikayenin nasıl bağlanacağını ben tahmin etmemiştim ama bu twistin çok güçlü olduğundan değil biraz zorlama olduğundandı. Kısacası filmin bu ters köşe anı tam anlamıyla tatmin edici değil ama gene de hoşunuza gidecek cinsten
Eleştirinin tamamı için: Birgün
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Teknik olarak su gibi akıp giden bir senaryosu var filmin. Aksi olsa, yani bir an durup olup bitenleri düşünseniz, inandırıcılık uçup gidecek. İşkence tezgâhları kurup oyunu başlatanların kurbanların nerede ne yapacağını anbean önceden kestiriyor olması bir yana, finalde bütün sürprizler açığa çıktıktan sonra her şeyi yeni baştan düşündüğünüzde de bazı zorlamalar dikkat çekiyor. Ama bu tür filmlerde inandırıcılık çok önemli değil. Sonuç olarak, işkence, gerilim ve sürpriz öğesinin, ucuz bir “suç ve ceza felsefesi”yle bir araya getirildiği bir seriden söz ediyoruz.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
‘Daybreakers’ ve ‘Predestination’ adlı filmleriyle hatırladığımız Almanya doğumlu Avustralyalı kardeş yönetmenler Michael ve Peter Spierig’in (İkizler) imzasını taşıyan ‘Testere: Jigsaw Efsanesi’, başlarda sıksa da belli bir noktadan sonra ‘Katil kim?’ sorusu eşliğinde kendince polisiye bir tada kavuşuyor ve nihayetinde belli ölçülerde tatmin edici bir film olarak sona eriyor. Kurgusal açıdan kimi numaraların karşılığını bulduğu yapımda dedektif Halloran, adli tıpçı Logan Nelson, asistanı Bonneville derken gayet iyi bir ‘gizem üçgeni’ kuruluyor. Ama Spierig kardeşler, işin kanlı sahneler boyutunu abartmışlar ve filmi, bu yolun manasızlık zirvesi olan ‘Hostel’ seviyesine çekmişler (ya da düşürmüşler).
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Sözcü
Yazar: Burak Göral
Artık çoktan ölmüş bir serinin 8. filminin elbette ciddi bir handikapı var. Seyirciyi hiç ilgilendirmeyen, baştan kurulan zayıf empati duygusunu giderek tüketen, tamamı kötü insanlardan oluşan bir kurban listesi var yine karşımızda. Hatta o kadar ki filmin en ‘insani' karakteri üçüncü filmin sonunda ölmüş olan John Kramer'dan başkası değil neredeyse! Bir çiftlik evinde Kramer'ın çeşitli kanlı tuzaklarına maruz kalan dört kişi hayatları için mücadele ederken dışarıda bir grup polis ve adli doktor da ölmüş olması gereken bir katilin sağa sola yeni cesetler bırakmasının anlamını çözmeye çalışıyorlardır. Sonunda olaylar önceki filmlerden birinde olduğu gibi çözülüyor
Eleştirinin tamamı için: Sözcü
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Bu yeni uyarlama ayni şemayı izliyor. Elleri-kolları bağlı olarak, son derece gelişmiş bir teknolojiyle ayarlanmış bir işkence içinde uyanan bir grup insan, bu şeytani mekanizmanın ardındaki gizemi çözmek ve hayatta kalmak için umutsuzcasına çırpınıyor. Entrikanın ardındaki şüpheliler çok. Asıl sorununsa hepsinin ciddi günahlar işlemiş ‘suçlu’ kişiler olduğu anlaşılıyor. Yani bir intikam ya da adalet dağıtma çabası. Ve sonunda her şey, on yıl önce ölen (ölmüş olması gereken) birinin sırtına yüklenir gibi oluyor. Ama acaba gerçek katil o mudur? Eski defterleri karıştırdım da, bu seri hiç benim favorilerim arasına girmemiş. Korku-gerilim filmlerine olan ve hafiften ‘mazoşist’ gözüken sempatime karşın!...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Birgün
Bu serinin en ilgi çekici yanı kuşkusuz ki kurbanların içine düştükleri oyun tuzakları. Bu tuzaklardaki zeki mekanik düzenekler aynı zamanda birer bulmacadır. Filmdeki özellikle bazı tuzaklar ve çözümleri oldukça baştan savma idi; kurbanların silo içinde hapsoldukları sahne gibi. Tuzaklar içinde hapsolmuş kurbanlar arasında kurulan şüphe bu filmde daha işlevseldi. Tabi bu seride her şeyden önemlisi elbette ki filmin finalinde seyirciyi şoke eden twist anıdır. Açıkçası hikayenin nasıl bağlanacağını ben tahmin etmemiştim ama bu twistin çok güçlü olduğundan değil biraz zorlama olduğundandı. Kısacası filmin bu ters köşe anı tam anlamıyla tatmin edici değil ama gene de hoşunuza gidecek cinsten
Habertürk
Teknik olarak su gibi akıp giden bir senaryosu var filmin. Aksi olsa, yani bir an durup olup bitenleri düşünseniz, inandırıcılık uçup gidecek. İşkence tezgâhları kurup oyunu başlatanların kurbanların nerede ne yapacağını anbean önceden kestiriyor olması bir yana, finalde bütün sürprizler açığa çıktıktan sonra her şeyi yeni baştan düşündüğünüzde de bazı zorlamalar dikkat çekiyor. Ama bu tür filmlerde inandırıcılık çok önemli değil. Sonuç olarak, işkence, gerilim ve sürpriz öğesinin, ucuz bir “suç ve ceza felsefesi”yle bir araya getirildiği bir seriden söz ediyoruz.
Hurriyet
‘Daybreakers’ ve ‘Predestination’ adlı filmleriyle hatırladığımız Almanya doğumlu Avustralyalı kardeş yönetmenler Michael ve Peter Spierig’in (İkizler) imzasını taşıyan ‘Testere: Jigsaw Efsanesi’, başlarda sıksa da belli bir noktadan sonra ‘Katil kim?’ sorusu eşliğinde kendince polisiye bir tada kavuşuyor ve nihayetinde belli ölçülerde tatmin edici bir film olarak sona eriyor. Kurgusal açıdan kimi numaraların karşılığını bulduğu yapımda dedektif Halloran, adli tıpçı Logan Nelson, asistanı Bonneville derken gayet iyi bir ‘gizem üçgeni’ kuruluyor. Ama Spierig kardeşler, işin kanlı sahneler boyutunu abartmışlar ve filmi, bu yolun manasızlık zirvesi olan ‘Hostel’ seviyesine çekmişler (ya da düşürmüşler).
Sözcü
Artık çoktan ölmüş bir serinin 8. filminin elbette ciddi bir handikapı var. Seyirciyi hiç ilgilendirmeyen, baştan kurulan zayıf empati duygusunu giderek tüketen, tamamı kötü insanlardan oluşan bir kurban listesi var yine karşımızda. Hatta o kadar ki filmin en ‘insani' karakteri üçüncü filmin sonunda ölmüş olan John Kramer'dan başkası değil neredeyse! Bir çiftlik evinde Kramer'ın çeşitli kanlı tuzaklarına maruz kalan dört kişi hayatları için mücadele ederken dışarıda bir grup polis ve adli doktor da ölmüş olması gereken bir katilin sağa sola yeni cesetler bırakmasının anlamını çözmeye çalışıyorlardır. Sonunda olaylar önceki filmlerden birinde olduğu gibi çözülüyor
T24
Bu yeni uyarlama ayni şemayı izliyor. Elleri-kolları bağlı olarak, son derece gelişmiş bir teknolojiyle ayarlanmış bir işkence içinde uyanan bir grup insan, bu şeytani mekanizmanın ardındaki gizemi çözmek ve hayatta kalmak için umutsuzcasına çırpınıyor. Entrikanın ardındaki şüpheliler çok. Asıl sorununsa hepsinin ciddi günahlar işlemiş ‘suçlu’ kişiler olduğu anlaşılıyor. Yani bir intikam ya da adalet dağıtma çabası. Ve sonunda her şey, on yıl önce ölen (ölmüş olması gereken) birinin sırtına yüklenir gibi oluyor. Ama acaba gerçek katil o mudur? Eski defterleri karıştırdım da, bu seri hiç benim favorilerim arasına girmemiş. Korku-gerilim filmlerine olan ve hafiften ‘mazoşist’ gözüken sempatime karşın!...