Hesabım
    12 Savaşçı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    12 Savaşçı

    ¨Atını seven kovboylar Afganistan’da¨

    Yazar: Murat Tolga Şen

    80’ler ilginç zamanlardı. Hollywood, Vietnam gazilerinin savaş sonrası travmalarını epeyce sömürdü. Bu filmlerin gişe potansiyeli First Blood (İlk Kan – 1982) ile açığa çıktığında, Hollywood patronları kolay paranın kokusunu aldı ve yıllar sonra Vietnam savaşını beyaz perdede dahi olsa devam ettirmeye karar verdiler. Özellikle video furyası sırasında kiralama dükkanlarının rafları bu türden filmlerle doluydu. Rambo: First Blood 2 (1985) filminde üretilen şemayı (Vietkongların kamplarında esir kalmış kahraman Amerikalı askerleri kurtarma operasyonu) aynen uygulayan ve giderek ucuzlayan filmlerin her çeşidini izledim. Öyle ki en pespayelerinden biri olan, Reb Brown’lı Strike Commando’ya (1987) özel bir hayranlığım bile vardır.

    Bu dönemin -özellikle videoda- en akılda kalan eseri Chuck Norris’in gözüpek, vatansever bir askeri canlandırdığı Missing in Action serisidir. Çok iş yapan ucuz filmler fabrikası Cannon Films üretimi olan serinin aroması aradan geçen onca yıldan sonra 12 Strong’da (12 Savaşçı) karşıma çıkıverdi. 12 Strong, bizde de son dönem epey moda olan milliyetçi ordu propagandalarından biri... Duygusal olarak 30-40 yıl öncesinin işlerine yaklaşan filmi izledikten sonra soru şu oluyor; o her şeye inanan, coşan naif seyirci hala salonda mı?

    Öncelikle şunu belirtelim; türe meraklı seyirci bu filmlere, hele de başrolde esaslı bir aktör varsa bayılıyor. Filmin oyuncu seçimlerini yapan Jo Edna Boldin ve John Papsidera akıllı bir kararla başrolde Chris Hemsworth’ü sunuyorlar ve ¨yetmez, bunu alana bu da bedava¨ dercesine yanına Michael Shannon’ı ekliyorlar. Her ne kadar, oradan geçiyorken oynamış gibi durmasına rağmen Michael Shannon’ın filme kalite kattığı bir gerçek ama o aslında tuzağın peyniri... Filmdeki yeri afişteki ve fragmandaki kadar ağır değil. Şu açık ki; 35 milyon dolar bütçeli bu yapım, yıldız oyuncuları sayesinde olduğundan daha sıkı bir film izlenimi veriyor.

    Gerçek olaylardan yola çıkan ama ne kadarının gerçek ne kadarının şişirme olduğunu kestiremediğim hikaye, 11 Eylül terör saldırısı ile başlıyor. Yolcu uçaklarını Dünya Ticaret Merkezi kulelerine çarptıran ve binlerce kişinin ölümüne yol açan El Kaide’ye ve onun hamisi olan Taliban’a esaslı bir cevap vermek isteyen ABD ordusu, bölgeye yığma yapmadan önce 12 özel birlik askerini gizlice gönderiyor. Yüzbaşı Mitch Nelson (Chris Hemsworth) liderliğindeki bu askerlerin görevi, Taliban’dan ölesiye nefret eden ve onlarla ( ve Taliban’la savaşan başka ağalarla da) savaşan Afgan savaş beyi Raşid Dostum’a yardım etmek. General Dostum’la işbirliği yaparak Onlarla birlikte ülkenin içine ilerlemek ve Taliban kuvvetlerini sıkıştırarak Hava saldırısı ile yok edilebilecek kıvama getirmek. Tabi Pentagon’daki hesap Afgan dağlarına uymuyor ve Yüzbaşı Mitch ve ekibi bol bol sıcak çatışmaya giriyor. At üstünde oradan oraya giderken Amerikalılar ve Afgan müttefikleri arasında bir güven ilişkisi oluşmaya başlıyor vs. Bu arada; gerçek yaşamdaki Raşid Dostum, Türk TV’lerine epeyce çıkmış, popüler bir isim. Burada daha travmatik ve karizmatik bir savaşçı portresi çiziliyor. Navid Negahban’ın bu karakteri başarıyla canlandırdığını düşünüyorum ve hatta bana göre filmde rolüne en çok çalışan isim o.

    Filmin milliyetçi dozu, onu ciddiye almamın önüne geçen en büyük etken. Filmde, Amerikalıları kanatsız melek, aşırı bir İslam yorumuna sahip olan Taliban’ı ise cehennemden kaçmış bir şeytan gibi gösteren özel bir sekans bile var. Böylelikle Amerikan askerinin oradaki varlığı kutsanıyor ve sorgulanamaz hale getiriliyor ama ortalama bir üçüncü Dünya seyircisi artık neyin ne olduğunun farkında. Sıradan bir Amerikalının bu filmi gözleri dolu dolu seyredeceğine eminim ama artık 80’lerde yaşamıyoruz. Rambo (Slyvester Stallone) ya da Braddock (Chuck Norris) bomba atarlı makinelisiyle, gizlendiği su birikintisinden çıkıp çekik gözlüleri kurşun manyağı yaparken heyecanlandığımız zamanlardaki çocuk kalbine sahip değiliz.

    Elbette bir eleştirmen olarak bundan daha fazla mazerete sahibim. Bunların en başında geleni, filmin tüm zamanların en taktikten muaf çatışma sekanslarına sahip olması. İyi mevzilenmiş düşmana bodoslama at süren 12 Amerikalının, 12’sinin birden nasıl sağ salim eve döndüğünü anlamak çok güç. Gerçek yaşamda olan bu çünkü... Sanırım Amerikalılar güvenli noktadan koordinat verip gerisini ABD hava kuvvetlerinin hep hava attığı ağır bombardıman uçaklarına bıraktılar. Gerçekliğin bitip fantezinin başladığı yerde epey sıcak çatışma izliyoruz ama bu çatışmanın bir mantığı yok. Eğer Amerikalılar kurşun geçirmez değillerse hepsinin bu savaş taktiği ile ilk 10 dakikada ölmesi gerekiyor. Senaryo onlara bu kıyağı geçerken Afgan figüranlara acımıyor, bir yerden sonra ölü sayısını saymak imkansızlaşıyor ki burada seyircinin vicdanını gıdıklayacak bir çocuk asker teması bile var.

    12 Strong, zaaflarına karşın savaş filmi seyretmeyi sevenlerin ilgileneceği bir yapım. Filmde hoşuma giden şey ise şu oldu. Michael Bay filmlerinde hep görürüz; ABD ordusu teçhizat ve mühimmatın havasını atmayı sever. Burada ise tam tersi, sahadaki askerler kendi doğal çözümlerini üreten tipler. Birkaç pırıltılı reklam işiyle tanınan Nicolai Fuglsig, en azından bu planlarda bir yönetmen dokunuşu yapabilmiş.

    Son cümleye gelelim; 12 Strong birbirini tekrar etmeyen savaş sekanslarından oluşsa ve Yüzbaşı ile Raşid Dostum arasındaki ilişkiyi hamasete meze etmek yerine daha derin bir noktaya taşıyabilseydi epey etkileyici olurmuş ancak bu haliyle, savaşmanın havalı bir şey olduğunu sanan gençlerden gerisine pek bir şey ifade etmiyor. İyi seyirler...

    murattolga@otekisinema.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top