Prisoners yani Mahkumlar adlı filmi nihayet izledim. Baştan son çok çok iyi çekilmiş ve atmosfer yaratmada dört dörtlük bir film olduğunu düşünüyorum, izlerken cidden bunaldığım sahneler oldu: neredeyse tamamı karanlık, az ışıklı, puslu ve pastel renklerle dolu, oldukça karamsar bir film bu. İki ailenin kızları kaçırılıyor ve film bu kızların aranması sürecini anlatıyor; ancak kızların bulunması için uğraşan sadece polisler değil, aileler de işin peşinde. Suçunu itiraf ettirip kızların nerede olduğunu öğrenmek için babalar suçlu olduğu düşünülerek yakalanan ve sonra salıverilen bir adamı, Alex'i bir eve hapsederek ona işkence etmeye başlıyor, amaç kızların nerede olduğunu bulmak. Böylece yönetmenin derdinin türlü türlü suçlara işaret ederek bizi vicdan üzerine düşünmeye çağırdığı belli oluyor. Açılış sekansı çok etkileyici: filmin ana krizi henüz yaşanmamış ve baba ile oğlu bir yandan dua ederken bir yandan da bir geyiği avlayarak öldürüyor... bu, birinci suç: Ardından kızlar kaçırılıyor...ikinci suç... kızları kaçırdığı düşünülen Alex köpeğe işkence ediyor..üçüncü suç...babalar Alex'i kaçırıyor..dördüncü suç...devamı da var. Filmin en ilginç anlarında, Alex'e işkence yapılırken ailelerin bu konuda ahlaki çıkmazlara girdiğini, zorlanmalar yaşadığını, taraf seçmek zorunda kaldıklarını görüyoruz. Bu noktalarda yönetmenin işi çok zordu bence, çünkü sıradışı bir şey yapmaya çalışıyor ve suça başka bir gözle bakmaya çağırıyor, bizi de bu ahlaki zorlanmaya taraf yapıyordu...Ancak elbette çok iyi çekilmiş, çok güzel anlatılmış ve nitelikli bir eser olduğunu ortaya koymuş olsa da sonuçta bir hollywood filmi olarak bu kadar göz boyamak yeterliydi. Bize yeni bir perspektif vermeye çalışarak huzursuz eden, suçlunun noktasından bakmaya çağıran, (mesela bir geyiği öldürme hakkını rahatça kendinde bulan normal insanların bir başkasının çocuğunu ama sonuçta bir insanı öldürmekte yani bir anlamda avlamakta sakınca görmeyen diğer insanları sulu görmesi gibi) ilginç bir noktayı dahi düşündürten, suçun kesinleşmemesi sebebiyle önümüze çeşitli itiraz noktaları (başka suçlu adayları vb) çıkartarak sürekli bir gerginlik hissi yaratan film finale doğru gözümüzdeki bağı çözüyor: aslında işkence gören adam suçluymuş, annesi de suçluymuş, kızları da çok yalnız oldukları için kaçırmışlar...demek ki alex'in işkence görmesi aslında doğruymuş...işte bu bence çok iyi bir yöntem: yani suçun aslında sadece hasta, sapık, ruhu bozulmuş insanlar tarafından işlendiği, kanunun ve kanun koruyucuların suçu önlemek için çabaladığı; aklı başında, düzgün insanların suç işlemediği gibi bir imaj yaratarak bu tür filmler çok çok iyi iş çıkarıyorlar. True Detective gibi diziler de aynen bu film gibi sol gösterip sağdan yumruğu indiriyorlar. Bu anlamda aslında muhafazakar eserler bunlar. Aslında suçun önlenebildiği; suçun anlaşılabilecek, kavranabilecek sebepleri olduğu, gerçek suç işleyenlerin genelde hasta, sapık, anormal insanlar olduğu gibi bir alt metni de usul usul işleyerek biz yandan çok klişe olacak sistem savunuculuğu yapıyorlar.. Sonuçta filmlerin sonları veya işleyişleri asla rastgele, senarist ve yönetmenlerin özgür iradelerine göre olmuyor. Haneke'nin söylediği ve itiraz ettiği şeyi yapıyor bu tür filmler: önce sağlıklı bir aile imajı sunuluyor, sonra bu ailenin başına gelen ve filmin ana meselesi olan olay yaşanıyor, ardından finalde ailenin huzura kavuşuyor, sapık ve hasta insanlar suçun bedelini ödeyerek ölüyor, aileler yeniden bir araya geliyor. Yani, sinemadan rahatlayarak, üzerimizden gerginliği atarak, katarsis yaşayarak çıkıyoruz; aile, devlet, kanun, düzen korunuyor; hasta ve sapık olanlar cezalandırılıyor ya da öldürülüyor. Yani Prisoners, nitelikli bir eser olarak anabileceğimiz, atmosferi çok iyi kurulmuş, iyi yazılmış ve nihayetinde klişe bir anlatıma ve finale değilse de klişe bir akıl yürütmeye teslim edilmiş bir eser . Ancak sırf atmosferi sebebiyle bile izlemeye değer...