Rowan Atkinson, nam-ı diğer Mr. Bean, sekiz sene önce Johnny English (2003) ile tanıştığımız ve filme de ismini veren iki numaralı komik ve sakar karakteriyle geri dönerken artık izlemeye çokça alışık olduğumuz ve pek de özlemediğimiz ajan filmi parodisi kıvamını da beraberinde getiriyordu. Bir solukta Steve Carell'li Akıllı Ol (Get Smart) (2008), Mike Myers'lı Ajanlar Kralı (Austin Powers: International Man of Mystery) hatta Frankie Muniz'li Agent Cody Banks (2002) örneklerini sayabileceğimiz "mizah ağırlıklı ajan filmi" alt türünü az kullanılmış bir mizah ile yoğurmak son derece meşakkatli bir iş. Rowan Atkinson da kendisinden beklendiği gibi sığ sulardan uzaklaşmadan, riske girmeden ve kendine özgü klişeleri peşi sıra kullanmayı ihmal etmeden ilk filme çok benzeyen, lakin arada sırada da güldürmeyi de başaran bir devam filmiyle karşımıza çıkıyor.
Gerçi Rowan Atkinson etiketli herhangi bir medya işini izleyenler eskiden beri yapılagelen Atkinson mizahının tam olarak ne olduğunu oldukça iyi bilirler; ancak yine de yeni başlayanlar için genel bir hatırlatma yapmak gerekiyor. Bundan yaklaşık 20 sene önce Johnny English ile akraba kabul edilebilecek Mr. Bean karakteriyle İngiliz televizyonlarında kendisine özel bir yer edinen ve en son da dört sene önce Mr. Bean Tatilde (Mr. Bean's Holiday) (2007) ile karşımıza gelen Rowan Atkinson, kariyeri boyunca hep benzer rollerle, beceriksiz karakterlerle televizyonlarda ve sinemalarda arz-ı endam etti. Johnny English'in dönüşü de gösteriyor ki artık 50'li yaşlarının sonlarına gelen aktörün bizi şaşırtmak gibi bir amacı da yok.
Filmin konusuna değinirsek, sakar mı sakar ajanımız Johnny English, ilk filmdeki maceralarından seneler sonra bu kez Çin Halk Cumhuriyeti başkanını bir suikast örgütünün elinden kurtarmak amacıyla, bazı talihsizlikler nedeniyle inzivaya çekildiği köşesinden göreve çağrılıyor. Johnny, Londra'ya döner dönmez de filmin bütün mizahi altyapısını oluşturan utanç verici sakarlıkları birer birer peydah olmaya başlıyor ve seyirci kendisini Hong Kong'dan İsviçre'ye uzanan hızlı bir aksiyon-komedinin içerisinde buluyor. Bu yolculuk süresince de biz sinemaseverlerin filme bakışını tamamen şekilendirecek olan iki adet seçenek sunuluyor: Gülmek ya da gülmemek!
Johnny English karakterini izlemeye giden bir sinemaseverin zekice yazılmış ya da akılda kalıcı bir film beklentisiyle yola çıkmadığı aşikar. Ben de, bu nedenle bu tarz filmleri yalnızca sunmaya çalıştıkları dünya dahilinde değerlendirmenin daha adil bir yöntem olduğunu düşünüyorum ve filmin tüm düzeysizliklerine göz yumuyorum. Böylece filmin ayrı bir yazı konusu olabilecek sinemasal anlamdaki tüm vasatlıklar ve birkaç saat içerisinde unutulacak olan sığ komiklikler mevzunun tadını kaçıran birer eksiklik olmaktan çıkıp, yüz dakika boyunca gözardı edilebilecek olan küçük boşluklara dönüşüyorlar. Zaten böyle bir filmden tat almanın yolu da tam olarak burada yatıyor. Zira Atkinson'ın, belli ki oynarken oldukça eğlendiği, kendine özgü mimikleri ve tavırlarıyla süslediği ve bir şekilde sempatik hale getirmeyi başardığı Johnny English karakteri, "eğlence" kelimesinin yalnızca ilk anlamını temsil ediyor. Kısaca Johnny English'in Dönüşü (Johnny English Reborn), tıpkı Atkinson'ın diğer filmleri gibi ortalamaya hitap eden, hafif ve basit bir komedi filmi. Zaten aktörün takipçileri, "Mr. Bean" severler ve İngiliz mizahının bu kolunu takip edenler filmi görmek isteyeceklerdir.
Toparlarsak, karşınızda iyi niyetli, yer yer düşündürmeden güldürebilen ve sizi pişman etmeyecek bir film var. Eğlenceden başka bir şey beklemeden, izleyip unutmak için sinema salonuna giderseniz, Atkinson sizi pişman etmeyecektir. Üstelik Hollywood'dan gelen ve "gerçekten çok komik" diye pazarlanan birçok balondan daha iyi yazılmış ve oynanmış bir film bu. Bütün bunların yanında da The X-Files'ın Dana Scully'si Gillian Anderson ile The Wire'ın dedektif McNulty'si Dominic West'i böylesine hafif rollerde izlemek bambaşka bir keyif.
kaankarsan@gmail.com twitter.com/kkarsan