Hayali Aşklar
Yazar: Ayşegül Kesirli1989 doğumlu Xavier Dolan, ilk uzun metraj filmi "Annemi Öldürdüm" ile 62. Cannes Film Festivali'nden üç ödülle döndüğü gibi geçtiğimiz yıl İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde de Halkın Seçimi ödülüne layık görülmüştü. Dolan'ı 63. Cannes Film Festivali'nde de ödüle götüren ikinci filmi "Hayali Aşklar" ise genç yönetmenin ilk filmindeki başarısının tesadüf olmadığını kanıtlar nitelikte.
Henüz 22 yaşında olan Xavier Dolan, yaşının ötesinde işlere imza atan ve yaşıtlarından ileri bir dünya görüşüne sahip olduğunu hissettiren enteresan bir sinemacı. Bununla beraber, Dolan'ın son derece kişisel hatta neredeyse otobiyografik filmlere imza atmasının sinema diline naif, amatör ve yaşının gerekliliklerini yerine getiren bir hava kattığını da söyleyebiliriz. "Hayali Aşklar," yönetmenin bahsettiğimiz tüm bu özelliklerini beyazperdeye yansıtan samimi bir çalışma; bir başyapıt değil belki ama tam da yönetmenin yaşının filmi.
Nora Ephron'ın "Harry ile Sally Tanışınca" filmini andıran bir biçimde öykü dünyasında yeri olmayan bambaşka karakterlerin başarısız aşk tecrübelerini anlattıkları kısa bölümlerle açılan "Hayali Aşklar"da iki yakın arkadaş olan Marie ve Francis'in hikayesi anlatılıyor. Bir arkadaş yemeğinde karşılarına çıkan Nicolas'a fazla ilgi göstermiyormuş gibi gözüküp, delice tutulan ikili, film süresince kendilerine has küçük numaralarla sarışın, bukle saçlı bir Adonis olarak tanımladıkları genç adamı elde etmeye uğraşıyorlar. Marie kadınlardan fazlasıyla ilgi gören Nicolas'nın en sevdiği aktris olan Audrey Hepburn'ü taklit ederek vintage kıyafetler içinde geçmişten fırlamış gibi Nicolas'nın etrafından dolaşıyor. Francis ise bir yandan Nicolas'nın cinsel tercihi konusunda tereddüt yaşarken, bir yandan da tesadüf süsü verdiği karşılaşmalarla Nicolas'nın peşinden ayrılmıyor. Her iki tarafa da mavi boncuk dağıtarak iki arkadaşı rakip konumuna düşüren Nicolas da film boyunca kendisine biçilen gönül çelen rolünü başarıyla oynuyor.
"Hayali Aşklar"da hem senaryo yazarı, hem yönetmen hem de Nicolas'ya olan aşkını itiraf edemeyen Francis rolünde karşımıza çıkan Xavier Dolan, gerçekten de özenli bir çalışmaya imza atıyor. Nicolas'nın Marie ve Francis'in gözünde nasıl ilahlaştığını ve kendi olmaktan çıktığını başarıyla vurgulayan Dolan, aşık olma eyleminin aşık olunan insanı kendi hayalinde yeni baştan yaratmak olduğunu büyük bir olgunlukla ifade edebiliyor. Farklı karakterlerin mutsuz aşk hikayelerini anlattıkları gidişatı bölen kısa bölümler sayesinde ana fikrini desteklemeyi başaran Dolan, Francis ve Marie'nin yarattıkları fantezi dünyası içinde kendilerinden ne gibi ödünler verdiklerini de içtenlikle dile getiriyor. Genç yönetmen, Francis ve Marie'nin farklı hayal alemlerinde sadece Nicolas'yı değil, giyinişleri, konuşmaları ve beden dilleriyle kendilerini de gerçekte olmadıkları insanlara dönüştürmeye çabaladıklarını da dozunu aşmayan mizahi bir dille izleyenlere aktarıyor.
Karakterlerini konuşturmaktan çok, görselleştirmekten yana olan Xavier Dolan, hem hikayeye son derece hakim olduğunu hissettiren kendi oyunculuk performansı hem de Monia Chokri ve Niels Schneider'ın yetkin performanslarıyla "Hayali Aşklar"ın film dünyasını ve karakterler arasındaki ilişkiler ağını başarıyla kurguluyor. Çok basit, çetrefilsiz, hatta entrikasız bir aşk hikayesi anlatan Dolan'ın filmi, yönetmenin öyküye ve karakter tiplerine olan hakimiyeti sayesinde sürükleyici ve etkileyici bir gidişata da kavuşuyor.
Diğer yandan, "Hayali Aşklar"ın anlatımının kullanılan bazı görsel hınzırlıklarla bölünmesinin filme biraz toy ve özenti bir hava kattığını itiraf etmemiz gerek. Quentin Tarantino'nun tecavüz/intikam serisi "Kill Bill"de kullandığı "Bang Bang (My Baby Shot Me Down)" parçasının İtalyanca versiyonunu birçok kez gidişatı bölmek için devreye sokan Dolan, yavaş çekimler, ışık/filtre oyunları ve jump cutlarla gidişat süresince filmin zorlama bir 'sanatsal' imaja sahip olması için uğraşıyor sanki. Oysa "Hayali Aşklar" bu tip görsel oyunlara başvurmadan da tıpkı niyetlendiği gibi aşkın zaman zaman ne kadar sığ, yüzeysel ve saplantılardan beslenen bir pratik olduğunu son derece dürüst ve cesur bir dille anlatabilecek samimiyette bir çalışma. Dolayısıyla, Xavier Dolan'ın başarıyı yakalaması için usta yönetmenlere göz kırpmasına ya da onların 'sanatsal' dokunuşlarını üslubuna yedirmesine hiç gerek yok aslında.
Bununla beraber, bir Yeni Dalga hayranı olduğu her halinde belli olan Xavier Dolan'ın niçin anlatımını bu tip hınzırlıklarla süslediğini de anlamak güç değil. Yazının başında da dile getirdiğim gibi Dolan, yaşının gerekliliklerini yerine getiren ve kendi iç dünyasını büyümüşte küçülmüş taklidi yapmadan bütün toyluğu, yüzeyselliği ve özentiliğiyle beyazperdeye yansıtmayı başaran bir yönetmen. İkinci uzun metraj filmi "Hayali Aşklar" ise yönetmeninin yaşından kaynaklanan bazı çiğliklere rağmen derdini gayet iyi anlatan ve vermek istediği mesajı ne lafı fazla dolandırarak ne de seyredenlerin yüzlerine çarparak söyleyen başarılı bir çalışma. Özellikle Dolan'la aynı yaştaki sinema öğrencilerinin "Hayali Aşklar"ı izlemesi şiddetle tavsiye edilir.