Serseri Mayınlar
Yazar: Melis ZararsızSerseri Mayınlar demeden önce, sekizinci filmini seyircisiyle buluşturmuş, usta bir yönetmen olan Ferzan Özpetek'le söze başlamak gerekiyor kanımca, çünkü "yönetmen sineması" tabir edilen durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
1997'deki Hamam filmiyle tanıdık ilk olarak Ferzan Özpetek'i. İtalya'da yaşayan ve filmlerini de İtalya'da çekmeyi tercih eden yönetmenin uluslararası alanda başarı sağlayan bu filmi, İtalya ve Türkiye'nin yanı sıra, İngiltere, Fransa, İskandinavya, Almanya, Hollanda, Japonya ve hatta Amerika'da gösterim fırsatı buldu. Türkiye'de doğan ama İtalyan vatandaşı olan Özpetek'in uluslararası başarıları, Türkiye'de her zaman şu tartışmalara yol açtı: Bu başarılarla Bir Türk yönetmenin başarıları diyerek övünebilir miyiz? Bu tartışmaları çok da önemsediğini düşünmediğim, bir dünya vatandaşı gibi hareket ettiğini düşündüğüm Özpetek,ilk iki filmi Türk-İtalyan-Fransız ortak yapımı olarak çekerken, daha sonraki altı filminde aslında tamamen İtalyan filmler üretti. Serseri Mayınlar da bunlardan biri.
Bir filmi izlerken, bu film hangi ülkenin gurur kaynağıdır diye bakmadan, hangi ülkenin sorunlarına eğilmiş, hangi milletin hikayelerini anlatmıştır sorularını sormadan, evrensel bir bakış açısıyla değerlendirmek de mümkün. Serseri Mayınlar da aslında İtalya'nın sevimli bir kasabasında geçmesine, İtalyanca olmasına ve İtalyan oyunculara sahip olmasına rağmen, evrensel sorunlara değiniyor. Aile bağları, eşcinselliğin ( her ne kadar Özpetek bu kelimenin "cinsellik" çağrışımından hoşlanmasa da) kabul görmemesi, tabular, mutluluğun ne olduğu, yaşan(a)mamış arzular, karışık duygular, sırlar, ölümün herşeyi nötralize etmesi... Bunlar ülkeye, mezhebe, inanca değil "insana" dair sorunlar, durumlar.
Bu zaten Ferzan Özpetek sinemasında alışık olduğumuz bir yaklaşım. Ferzan Özpetek sinemasında insan toplulukları vardır, birarada yaşamaktan hoşlanan arkadaşlar, akrabalar vardır, onların bazen uzun, bazen yuvarlak, ama her zaman zengin ve renkli sofralarına konuk oluruz, kamera masanın etrafında dönüp dururken sohbetlerine tanık oluruz bu insanların, imreniriz bazen hayatlarına, bazen özdeşleşiriz, yaşanmışlıkları vardır, bunu hissederiz, yaşarız adeta onlarla, kamera dönerken masanın etrafında...
Sonra tatlılar olur mesela kremalı, renkli, şekerli, sanki tadını da alıyormuşuz gibi olur izlerken, yani yemek olur illa, makarnalar olur uzun uzun, hamurlar olur, belki İtalya sofrasıdır ama olsun, sofra geleneği, aile geleneğidir aslında ve evet, biz de buna çok aşina...
Güney İtalya'da Lecce şehrinde yaşayan, yörenin zengin ailelerinden biridir bu filmde sofralarına, sırlarına dahil olduğumuz. Yıllardır gizlenen bazı sırlar açığa çıkacaktır ve baba üzüntüden kalp krizi geçirir. Bunun üzerine aile kendi gerçekleriyle yüzleşmeye başlar. Film, hayata dair bir noktaya takılmaz, sanki tüm iniş çıkışları, tüm karar ve kararsızlıkları, tüm pişmanlıkları ve olması gerekenleri anlatmaya soyunmuş. Gizlenen sırrın açığa çıkmasından yola çıkarak filmin genel anlamda insanın hayatını yaşamak istediği gibi yaşaması gerektiği ve aile kuralları ve tabular yüzünden, başkaları tarafından yönlendirilen, başkalarının mutluluğu için yaşanan hayatların ziyan olacağını anlattığını söyleyebiliriz. Filmin hayat'ı çağrıştıran bir başka özelliği, trajik bir hikayeden yola çıksa da, komedinin oldukça ön plana çıkması, iniş çıkışların dengesi. Çok klasik bir deyimle kah gülüyor kah hüzünleniyoruz film boyunca, tempo devamlı değişiyor ve biz birden çok şey düşünüyoruz hayata dair. Sanki aslında küçük küçük alt hikayeler var filmde, çok fazla şey gösteren, düşündüren izleyiciye... Sinematografik anlamda da gayet başarılı bir filmle karşı karşıyayız. Geçmişle geleceği birleştirme üslubu çok hoş bir tat vermiş filme, hüzünlü, ama keyifli. Hele ki son sahne bu tadı doruklara ulaştırmış.
Rengarenk, hayat dolu, kremalı, balonlu, boyalı, biraz biberli, çokça şekerli bir karışım tatmak isterseniz, serseri mayınların coşkuyla patladığı bu filmi izlemenizi tavsiye ederiz.