Hani klişe bir tabir vardır, "yanı başındaki şeylerin değerini, onlar yok olmadığı sürece anlayamazsınız" diye. İşte BelçikalıLuc Dardenne ve Jean-Pierre Dardenne kardeşlerin, Bisikletli Çocuk (Le Gamin au vélo) filmi "Benim babam beni istemese ne yapardım?" sorusunu bütün ciddiyeti ile ortaya getirip, seyirciyi bu empatiyle baş başa bırakan bir film. Mayıs ayında 2011 Cannes Film Festivali'nde Nuri Bilge Ceylan'ın son ustalığı Bir Zamanlar Anadolu'da ile Büyük Ödülü paylaşmış olan film, gösterim tarihinin birkaç hafta erkene çekilmesiyle bu haftanın vizyon sürprizi oldu.
İki ay önce Filmekimi kapsamında da meraklı festival seyircisiyle buluşan yapım, annesi zaten görünürde olmayan, kelimenin tam anlamıyla beş para bile etmeyen babasının da onu terk ettiği 12 yaşındaki Cyril'in öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Karşıdan baktığınızda bizim alışık olduğumuz tipik bir Yeşilçam dramı bekleyebilirsiniz. Fakat bu öykü Dardenne Kardeşler'in ustalıklı senaryosu ile başta Cyril'e kızmanızı, hatta bu kadar inatçı bir çocuktan nefret etmenizi sağlıyor; ardından da kasti gibi görünen her türlü zarar verici hareketinin aslında terk edilmişlikle başa çıkmaya çalışan yalnız bir çocuğun kendince çırpınışları olduğuna kanaat getiriyorsunuz.
Zira oturduğunuz sinema koltuğundan kalkıp, Cyril'in tarafına geçmek biraz zaman alıyor. Kaldırması, kabullenmesi çok zor; biz büyük insanlar için bile reddedilmek ne kadar dayanılmazken Cyril'in koruyucu aile olmayı kabul eden Samantha'ya karşı davranışlarını kendisini seven, kollayan bir insana ihanet olarak değil de, kendisini sokağa atan yetişkinlerin düzeninden intikam almak gibi görmek gerekiyor. Zira Cyril'in her koşulda korumaya çalıştığı bisikletinden ve hayata karşı biriken öfkesinden başka elinde hiçbir şeyi yok. Tam da bu noktada Cyril'e bir yetişkin olarak kızmayı ve yüklenmeyi bırakıp, Samantha gibi ona sabır göstermek ve belki de sevgiye boğmak gerekiyor.
Bu noktada karakterlerin inandırıcılıkları açısından küçük oyuncu, şeytan Cyril Thomas Doret'nin ve ‘melek' Samantha rolünde Cécile de France'in oyunculukları tam puan alıyor. İki zıt kutupta ama performansın tutarlı gittiği oyunculuklarla film seyirciyi içine almayı başarıyor.
Öykü anlatımında zaman zaman tempo ağırlaşsa ve sonlara doğru bazı sahneler fazladan uzatılmış gibi dursa da, yönetmenler gidişatı merak etmenizi sağlayacak bir hikaye kurgusuyla ilerliyor. Özellikle Samantha'nın her dilde "Pes artık!" dedirtecek sabrı, seyircinin ilgisini ayakta tutan en önemli unsur kanımca. Bu karakterin "ebevyen dayanıklılığı" açısından, Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin) filminde Tilda Swinton'ın oyunculukta döktürdüğü Eva karakteri ile benzeştiğini de söyleyebiliriz. Gerçi çocuklar açısından baktığımızda Kevin'in içine şeytan kaçtığını rahatlıkla ifade edebilirken, Cyril'in çevresinin sürüklediği koşullardan dolayı kısa süreliğine de olsa ‘kötülüğü' seçtiğini kabul etmek gerekiyor. İnsanın yüreğine taş bağlayıp denize atmakta usta olan Dardenne Kardeşlerin bu filmle anlatmak istedikleri belki de bu olabilir: hayata karşı 1-0 kaybetsen de kötülüğü ya da iyiliği seçmek hala senin elinde... Hayatın kendisi zaten bu kadar ‘film-noir'ken, biraz Pollyanna olmanın da zararı yok hani...
Sonuç olarak önümüzde evrensel bir terk edilmişliği, derli toplu bir anlatım diliyle karşımıza koyan, üstelik Cannes tasdikli bir yapım var ve sizden tek beklentisi 87 dakika boyunca biraz empati ve sabır. Bisikletli Çocuk Avrupa sinemasını seven ve beyazperdede bu hafta dram seyretmek isteyenler için sinemalarda...