Nefes: Vatan Sağolsun!
Yazar: Funda Sularöz8 yaşındaydım, asker olmaya karar vermiştim. Televizyonda bayrakla kaplı bir tabutu eller üstünde görmüştüm, herkes şehidin arkasından ağlıyordu. Ölümün ne demek olduğunu öğrendiğim andan beri ondan korkuyordum. Ama işte öleceksem böyle ölmeliydim, anlamlı olmalıydı. 12 yaşında babası şehit olan bir kızın gelinlikli bir kızın babasının mezarı başında ağlarken görüp yaktığı ağıta dair bir şiir yazmıştım; tabutumun üzerinde önce bayrak, sonra gelinliğimde olacak...
Bir iki yıl geçtikten sonraysa, sınıfımda herkesin önüne geçip, 'Ya uzaydan birileri gelse ve bize saldırsa o zaman hep birlik oluruz. Böyle böyle bölünüyoruz, böyle böyle toplanıyoruz!' diye şevkle anlatırken düşüncelerimle dalga geçilmişti.
Bugün, milliyetçilik anlayışı vatan uğruna ölmek olan bir ülkenin milliyetçi evladı olarak, savaşa girilmişse arkasında olurum. Hala naif bir düşünceyle dışardan birileri dünyamızı yok etmeye kalkarsa savaştıklarımla birlik olurum, gün gelir bu galaksi savaşlarına kadar varır belki! :)
Filmde de bu var, savaş içinde koruyacaksın kendini, ama önce silah arkadaşını ve vatanını, sen birliksin. Savaşta kuralların sınırı erir. Hayatta kalacaksın ve koruyacaksın. Nefes'te de Güneydoğu'da Irak sınırına yakın bir ilçede, 2365 metre yükseklikteki Karabal Tepesi'nde bir yüzbaşı ve 40 askerin ülkesini koruma savaşını izliyoruz.
Uzun süredir beklediğimiz film için söylenecek; Hollywood'un teknik kalitesini veren kareler, güzel müzikler, sinemasal değeri var. Mekan olarak sadece çorak dağ ve bir koğuş olan 2.5 saatlik bir film akıp gidiyor. Filmin inandırıcılığını arttırmak için oyuncularla aylarca çalışılmış ve hepsi, oyuncuların hepsi rollerinin hakkını vermiş. Özellikle Yüzbaşı rolündeki Mete Horozoğlu bulunduğu her kareyle akılda kalıyor. Ve bir de gerçekte yaşananları anlatıyor; orada çocuklarımızın yaşadıkları var, hikayeleri dokunuyor. Korkularını izliyoruz, nöbetteyken gözlerini kapatıp hayale daldıklarında dikkatli olun, ölmeyin diye bağırmak geliyor içimizden. Hayatta kalan erin çatışma bittiğinde Atatürk büstünü yerden kaldırışını gururla izliyoruz. Yüzbaşının aşkına yazdığı mektupta gözyaşımızı buluyoruz. Hele askerlerin, psikolojisini çok iyi yansıtan ve Emrah'ın filme adını veren Nefes adlı şarkısını birlikte söylemesi içimizi parçalıyor.
Canımızı yakan bu savaşta Türk bayrağını çekerken Kürtçe türkü söyleyen askeri belki kutluyoruz, öldürmeye kalkan yaralı PKK'lıyı öldürmeyene belki şaşırıyoruz, başka bir PKK'lının boğazına sarılanı da belki alkışlıyoruz...
Peki ışıklar açıldı, film bitti. Bu savaşa fiziksel mesafede duran, bu yazıyı yazan ben, bu yazıyı okuyan sen ne yapmalı? Canını veren insanların kahramanlıklarını kim olduklarını bile bilmeden sadece üzülüp, kavramı şereflendirip sonra hayatımıza devam mı etmeli? Ya gidenlerin ardından kalanları ne yapıyor? O savaşı yaşayanların psikolojileri nasıl?
Şu an sıcak dönem, televizyondan Hakkari'deki saldırıyı duyuyorum. 34 PKK'lı yeni teslim oldu ve hem bizim hem onların tavrına göre bir seyir izlenecek. Kızgınız, kırgınız, acılıyız. Ama ne oldu da bu noktaya geldik, neden kızgınlar, kırgınlar ve saldıranları destekliyorlar? Filmde askerlerimizin çatışmasını izlerken işin özüne daha kinlenip alev mi püskürtmeli? Terörizmi kınayarak diğerlerini de anlamaya, onlarla anlaşmaya çalışıp; insanlarımızı, insanlığı, insanlığımızı mı kurtarmalı?
Bu noktada filme nereden yaklaştığımız önemli. Nasıl çoğumuzda Tatarlık, Yugoslavlık, Gürcülük vb. varsa ve biz kendimizi Türk kimliğiyle tanımlıyorsak bu topraklarda böyle hissetmeyenlerin ne derdi var merak etsek! Daha fazla canımız yanmadan, elimize silah verilmeden önce anlasak, anlatsak, ötekileşmesek.
Bu cuma vizyona İki Dil Bir Bavul giriyor. Filmde bir Türk öğretmenin Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarla 1 yıl boyunca yaşadıkları anlatılıyor. İki tarafı da anlıyorsun, naif bir yaklaşım. Bence bize bu lazım...