Hesabım
    Kral Arthur: Kılıç Efsanesi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Kral Arthur: Kılıç Efsanesi

    Efsaneyi Eğip Bükerekten

    Yazar: Ali Ercivan

    Öykü basit ve klasik. Kral Arthur’un efsanesinden bahsetmiyorum. Sözlü geleneğin ürünü olan bu mit, kaynaktan kaynağa farklılık gösterir. Guy Ritchie de kendi versiyonunu yapmış sadece. Benim basit ve aşina bulduğum, tam da Ritchie’nin anlatmayı seçtiği öykü. Güç arzusuyla kendini kaybetmiş bir tiranın zorbalıkla yükselişi... Ve sonunda tüm tiranlar gibi düşüşü. Kral Arthur mitolojisi bunun vesilesi olmuş.

    Camelot hikayesi sinemaya defalarca farklı şekillerde uyarlandı. Son örneği de Antoine Fuqua’nın 2004 tarihli uyarlamasıydı. Süper kahramanların hükümdarlığındaki sinemada bu tarihi / mitolojik konseptler uzun zamandır iyi para getirmiyor doğrusu. Guy Ritchie de günümüz seyircisinin bu projeyle ilgilenmesi için gerekli olduğunu düşündüğü yolu seçmiş. Büyücülerin, yaratıkların, fantastik unsurların dalağını yarmış açıkçası... Hikaye bir efsane, bir tür masal olduğu için böyle yorumlamakta çok sıkıntı yok elbette. İşin içinde Hamlet’ten Hz. Musa’ya bolca referans da mevcut. Arthur’un babası Uther, tahtı ele geçirmek isteyen kardeşi Vortigern tarafından öldürülür. Uther, karısını kurtaramasa bile ölmeden önce Arthur’u bir tekneyle Camelot kalesinden uzaklaştırmayı başarır. Arthur, Londonium kentinde ayak takımının arasında büyür. Liderlik özellikleri kendini belli etmektedir. Uther’e büyücü Merlin tarafından verilmiş olan kılıcı saplandığı taştan çıkarabilecek tek kişi de odur. Ama bu dönüm noktası aynı zamanda amcası Vortigern’in onu öldürüp kılıcın tek sahibi olmak için harekete geçmesi demektir.

    Kral Arthur: Kılıç Efsanesi abartılı bir girizgahın hemen ardından, küçük Arthur’un büyüme sürecini tam Guy Ritchie üslubunda bir montaj sekansıyla perdeye getiriyor. Daniel Pemberton’ın heyecan verici müzikleriyle de desteklenince, çok ümit verici bir açılış yapıyor film. Bu iyi kotarılmış, yaratıcı sekansın ardından Arthur ve ekürisinin kendi çöplüklerinde çevrelerine kafa tutuşları, kimseye eyvallahlarının olmayışı yine Guy Ritchie’nin ilk filmlerinden aşina olduğumu bir yapıyla sunulmaya devam ediyor. Ritchie’nin zamanla oynama şekli, diyalogları son derece eğlenceli.

    Ancak zaman içinde bu yapıyı sürdüremediğini görüp hüsrana uğruyoruz maalesef. Bütün o yapıyı yan karakterlerini tanıtmak için kullandığını düşünürken, Arthur dışında sadece küçük Blu ve babasını biraz olsun işliyor Ritchie çünkü onlardan ileride faydalanacak. Bunun dışında karakter yaratamıyor. Aksiyonun piyonları olmaktan öteye gidemeyen tipler var sadece Arthur’un etrafında. Bunun önemsiz bir serzeniş olduğunu düşünmeyin. Guy Ritchie’nin en iyi filmleri, hep özgün karakterleri ve onların çatışmalarından beslenmiştir. Hatta hiç de iyi olmayan Kod Adı: U.N.C.L.E. gibi filmleri bile... Ritchie karakter yaratamadığı için, filmin gitgide anlamsız ve sıradan bir aksiyon batağına saplanmasını da önleyemiyor. Dev yılanlar ve büyülerle dolu, Nicolas Cage’li ucuz fantastik maceraları aratmayan, akılda kalıcı hiçbir tarafı olmayan sahneler gerçekten sadece iki sebep için izleniyor: Jude Law ve Charlie Hunnam.

    Jude Law karizmasını tartışmaya bile lüzum yok herhalde. Geçtiğimiz haftalarda Kayıp Şehir Z filminde başrol için azıcık hafif kalan Charlie Hunnam ise bu kez tam yerini bulmuş. Böyle iddialı bir proje için isminin yeterince duyulmadığını düşünüyorsanız, size sadece Sons of Anarchy diyorum. Kral Arthur’un hedef kitlesi için, yedi sezon boyunca bu sert dizinin başrolünü üstlenmiş olmak fazlasıyla sağlam bir referans olmalı. Yani bu filmin kitlesi pekala Hunnam’ı tanıyor ve seviyordur. O da rolü başarıyla taşıyor zaten.

    Bu vesileyle bir de trivia vereyim... Charlie Hunnam ilk çıkışını Queer as Folk adlı eşcinsel temalı dizinin orijinal İngiliz versiyonunda yapmıştı. O dizide başrolleri paylaştığı isim, Game of Thrones’un Little Finger’ı, bu filmin de usta okçusu Aiden Gillen’dı. Dizi Aiden Gillen’ın on sekiz yaşındaki Charlie Hunnam’ı bardan kaldırmasıyla başlıyordu... Nereden nereye... Günün birinde Hunnam’ın yancısını oynamak da varmış Gillen için...

    Neyse, uzun lafın kısası, Guy Ritchie iyi başlayıp arkasını getiremiyor yine... Günümüzün çeşitlilik eğilimlerinin peşinde Yuvarlak Masa Şövalyelerini de Uzakdoğulusuyla, siyahıyla karma bir etnik yapıya sokmasını iyi niyet mi yoksa saçmalık mı kabul etmeli, ona da siz karar verin diyeyim... Gerçekliği zaten olmayan bir efsaneyi bu kadar eğip bükmekte ne sıkıntı olacak diye düşünebiliriz belki. Ama izlemesi daha zevkli olaydı en azından...

    Twitter: aliercivan

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top