Farz edin ki John Roberts yönetmenliğindeki "Düğme Savaşları"nı izliyorsunuz. Ancak bu defa birbirleriyle savaşan gruplar ilkokul öğrencilerinden oluşmuyor. Savaş aracı olaraksa düğme ya da ayakkabı bağcığı kullanmıyorlar. Usta sinemacı Peter Mullan'ın, 1970'li yılların Glasgow'unda yaşayan bir grup liseli gencin hikayesini dile getirdiği "Serseriler"de herkes susuyor, mutfak bıçakları, şişeler, yumruklar ve taşlar konuşuyor.
Birçok ülke sinemasında ergenlik dönemini anlatan filmlerin dili çoğunlukla can yakıcı olur. Gençlerin nereye yönlendireceklerini bilemedikleri enerjilerini kavgaya, uyuşturucuya, çete savaşlarına ya da erken yaşta cinselliğe aktarmalarını dile getiren ibret öyküleri izleyenleri şaşkına çevirir. Larry Clark bu tip hikayelerin 90'lı yıllardaki en sert konuşan anlatıcılarındandır örneğin. Gus Van Sant de "Fil", "Paranoid Park" ve "Sonsuz İhtiras" başta olmak üzere daha birçok filminde daha yumuşak ve şiirsel bir dille de olsa hep ergenlik çağının problemli ve karanlık yüzünü beyazperdeye yansıtmayı seçer. Richard Linklater'dan Danny Boyle'a daha birçok ünlü yönetmenin sinemasında (hatta çoğunlukla kişisel hayat hikayelerinden beslenen ilk filmlerde) aynı damarı yakalamak mümkündür.
Yönetmeni, dili, yaklaşımı kim ya da ne olursa olsun ergenlik dönemini anlatan filmlerin çoğunda seyredenleri o karanlık dünyanın içine çekecek ürkütücü bir cazibe mevcuttur. İnsanda kendi kendini imha etme isteği uyandıracak bir aşırılıkla bezenen, özgürlükle sorumsuzluğun iç içe geçtiği bu tip filmlerde beden sanki her an kendini yenileyebilen ve hiç zarar görmeyen bir bütünmüş hissi doğurulur. Karakterlerin yer yer kartonlaştıkları gidişat süresince izleyenler gerçeklikle bağını koparan, çizgi filmleşen bir fantezi alemine sürüklenirler. Yaşananlar ne kadar tehlikeli gözükürse gözüksün kapalı bir dünyanın içinde oynanan bir oyundur sanki ve tam da oyun olduğu için kimsenin zarar görmesi mümkün değildir. Oynanan oyunların gerçek dünyada karşılık bulduğu an ise hikayenin en can acıttığı noktadır.
Peter Mullan yönetmenliğindeki "Serseriler," ergenlik dönemini konu edinen benzer türde bir film olsa da yukarıda bahsettiğimiz formülü uygulamayan bir film. "Serseriler," karakterlerinin pervasızlıklarını fetişleştirmeden, izleyenleri anlamsız bir nostaljiye kaptırmadan ve her şeyin sonunda seyircilere "iyi ki ben onların yerinde değilim" dedirtip, ahlak dersi vermeden ergenlik döneminin karanlık tarafını gözler önüne sermeyi çok iyi biliyor. Böylelikle film, şiddetle, erkeklikle ve ideolojik kurumlarla ilgili hem son derece politik hem de bir o kadar dramatik bir gidişata imza atabiliyor. "Serseriler"i bu kadar kuvvetli ve kendine has bir film yapan en önemli özellikse yönetmen Peter Mullan'ın baş karakteri John McGill'in ve arkadaşlarının hikayesini kültüre ve topluma içkin hale getirmesi.
1970'li yılların İskoçya'sında geçen filmde her şey ilkokulu birincilikte bitiren John'un orta bire geçmesi ile başlıyor. Tipik bir işçi ailesinin tek umudu olduğu her halinden belli olan John'u yanlış bir yola sapmadığı takdirde parlak bir geleceğin beklediği filmde başarıyla vurgulanıyor. Bununla beraber, okula başlar başlamaz ağabeyi Benny'nin kötü şanının etkisiyle tüm öğretmenlerin ve yönetimin gözü John'un üzerinde toplanıyor. John başarılı, çalışkan ve kendi halinde bir öğrenci olsa da ait olduğu sosyal sınıfın, alkolik babasının, silik annesinin ve serseri ağabeyinin hikayedeki ağırlığı genç adamın kaderinin çoktan çizildiğini her dakika hissettiriyor. Böylelikle, Peter Mullan'ın zaman zaman iktidar sahiplerinin bakış açısını yansıtan kamerasının da yardımıyla John'un nasıl yavaş yavaş bambaşka bir arkadaş çevresine ve geleceğe sürüklendiği gidişat içerisinde ustalıkla kurguluyor.
"Serseriler," çoğunlukla, bir cinsel kimlik ve toplumsal rol olarak erkekliğin kurumlar ve kültür üzerinde kurduğu hakimiyetle ilgili bir çalışma. Mullan, kendi çocukluk ve gençlik yıllarının beyazperdedeki yansıması olarak tanımladığı filmde, eğitim sisteminden eğlence anlayışına dek yaşamın iliklerine işleyen erkek hakimiyetinin toplumu nasıl şekillendirdiğini parmakla işaret etmeden hikayenin içine ince ince işliyor. Sonuç olarak, kendilerine bahşedilen güçle nasıl başa çıkacaklarını bilemeyen erkeklerin yarattıkları şiddet, öfke ve mücadele dolu şizofrenik yaşantının "Serseriler"in film dünyasında bulduğu şekil insanın kanını donduruyor. Çocukluk yıllarından itibaren kapitalist-ata erkil toplumun bir gereği olarak ödevler, sınavlar ve diplomalarla fişlenen gençlerin iyi bir hayata sahip olabilmek ya da en basit haliyle hayatta kalabilmek için ortaya koydukları hayvanca mücadele ve rekabetse "Serseriler"i son derece sarsıcı bir film haline getiriyor.