Ne Şam'ın Şekeri, Ne Şeytanın Yüzü!
Yazar: Murat Tolga ŞenEn son ne zaman tamamı bir manastırda ve civarında geçen ve "günaha davet" içeren gerilim/korku filmi izledik? Epey oldu... Kilise, şeytan ve rahiplerin bitmek bilmeyen, cinsel arzularla kuşatılmış savaşı Şeytan (The Exorcist) sonrası özellikle Meksikalı ve İtalyan sinemacılar tarafından en rağbet edilen korku temasıydı ama sömürüleceği kadar sömürüldü ve bitti.
Afişine baktığınızda Şeytanın Yüzü (Le Moine) "manastır korkusu" temasını sevenler için "ilaç niyetine" bir film gibi görünüyor ama bu maalesef yanıltıcı bir etki...
Aslında elimizde çokça işlenmekten yıpranmış olsa da güçlü bir öykü var: Ambrosio, bebekken bir manastırın kapısına terk edilmiş ve rahipler tarafından büyütülmüş bir "adanmış kişi". Büyüyünce çalışkan ve saygıdeğer bir rahip oluyor ve zamanla ünü tüm ülkeye yayılan bir vaize dönüşüyor. Kör edici baş ağrıları ve yinelenen kâbuslardan muzdarip olan Ambrosio şeytana karşı kendini çok güçlü görür ve asla baştan çıkarılmayacağından emindir ama büyüklerimiz ne demiş; Büyük lokma ye, büyük laf etme! Zavallı rahibin kaderi de manastıra gelen ve yüzünü bir maskeyle saklayan gizemli biri yüzünden değişecektir. Ambrosio'nun kendi zayıflıklarından bihaber şekilde Tanrı'ya bu derece adanmışlık göstermesi, Şeytan için de ödülü büyük olan bir oyuna dönüşür.
Şeytanın Yüzü, Kuzey Faresi (Lemming) filmiyle tanınan yönetmen Dominik Moll'un son filmi... Film, Matthew G. Lewis'in 1796 tarihli klasikleşmiş gotik romanından uyarlanmış, ancak bence filme alınması için bir 30-40 yıl kadar geç kalınmış. Zaten roman 1972 yılında Luis Buñuel tarafından sinemalaştırıldı. Bu filmin tek kazancı, henüz seyretmemiş olanlar için rahip Ambrosio'yu Franco Nero'nun oynadığı 1972 yapımı Il Monaco (Le Moine)'i bulup seyretmek olacaktır.
Dominik Moll filmlerini ütüleyerek düzleştirmeyi seven yeni kuşak bir Fransız yönetmen; ancak böylesi inişli-çıkışlı, histeri ve hezeyanlarla dolu bir hikayeyi teslim etmek için yanlış isim. Yönetmen, dönemin manastır hayatının sıkıcılığını, tekdüzeliğini aynı şekilde seyirciye geçirmeyi başarmış ama bence bu bir marifet değil. Uzun planlarla sıkıcılık üretmek artık sinema öğrencilerinin bile taklit edebildiği bir kolaycılığa dönüşmüş durumda. Hele sürrealist fikirler barındıran bir öyküyü bu şekilde peliküle aktarmak büyük hata! Tanrının yolundan çıkmamak için Şeytanın yaptığı tüm numaralara katlanmaya çalışan rahip Ambrosio acılar içinde kıvranırken bile yükselmeyen ve sükûnetini kaybetmemeye çalışan film, bir süre sonra iç bayıltan, esnerken gözden yaş getiren bir deneyime dönüşüyor.
Mimiklerden ve jestlerden iyice arındırılmış bir performansa imza atan Vincent Cassel, yönetmenin seçimi olduğu çok belli olan bu oyunculuk tarzı yüzünden Obi-Wan Kenobi cübbesiyle gezinmekten fazlasını katamıyor filme... Filmden aklımda kalan tek isim, diğerlerinden daha öne çıkan ve duygusal nüansları yansıtabilen oyunculuğuyla Valerio'yu oynayan Déborah François oldu.
Şeytanın Yüzü, son İstanbul Film Festivali'nde de gösterilmişti, ben de büyük umutlar içinde izlemiştim ancak film, Alucarda, Satanico Pandemonium, The Sexorcist (L'ossessa) gibi çok daha muhteşem örneklerini gördüğüm "yoldan çıkan rahip" temasının hiç gereği olmayan güncel bir örneği... Dominic Moll hangi akla hizmet bu filme girişti anlamak mümkün değil... Luis Buñuel'i aşmak şöyle dursun onun 42 yıl önce çektiğinin yanına bile yaklaşamıyor. Birkaç yıl sonra da kimse hatırlamayacak. Siz de seçiminizi ona göre yapın.
Murat Tolga Şen / murattolga@gmail.com