En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Turgay Buğdacigil
Takipçi
2.094 değerlendirmeler
Takip Et!
3,5
19 Ocak 2021 tarihinde eklendi
Academy ve Golden Globes Ödüllü senaryosunu da kaleme alan Woody Allen’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Midnight in Paris”:
“Neydi o eski günler” diyenlere, o eski günlerin yıldızlar geçidine dönüşen bir oyuncu kadrosu ile sahnelenerek “taş yerinde ağırdır, bulunduğunuz zamanın tadını çıkartın” denildiği şahane bir film olmuş…
Hollywood için senaristlik yapan ve nostaljik eşyalar satılan bir dükkânda çalışan bir adam hakkında bir roman yazmakta olmasının yanı sıra Beverly Hills yerine Paris’te yaşama hayalleri de kuran Gil Pender (Owen Wilson), müstakbel kayınpederi aşırı sağ görüşlü Cumhuriyetçi John’un (Kurt Fuller) iş ortaklığı nedeniyle karısı Helen (Mimi Kennedy) ile beraber Paris’e gidecek olmasını fırsat olarak görerek nişanlısı Inez (Rachel McAdams) ile onların peşine takılmışlardır…
Dörtlü yemek yerler ve Gil ile John, (hem de dünyanın henüz “Trump” felaketiyle yüzleşmemiş olduğu bir tarih olan 2010’da) faşizm kokan Cumhuriyetçi politikaları tartışırlarken, Inez’in arkadaşları Paul Bates (Michael Sheen) ve hayat ortağı Carol’da (Nina Arianda) aniden beliriverirler…
Onların Paris’e geliş nedeni ise Paul’ün Sorbonne’daki bir seminer için davet almasıdır…
Ertesi gün Gil, Inez, Paul ve Carol birlikte ABD’li turistler olarak önce Versailles sarayını ardından da Rodin müzesini ziyaret ederler…
Her konuda muhakkak bir fikri bulunan ve çok bilmiş takılan “ukala” Paul, Rodin konusunda da kadrolu müze rehberiyle (Carla Bruni) ters düşer…
Gündüzü böyle geçiren bu iki çift akşama, John’un organize ettiği bir şarap tadımına katılırlar…
Tabii bu arada Paul’ün Fransız şarapları konusunda uzman olduğunu da öğreniyoruz…
Yani adamda yok, “yok” …
Derken Paul ile Carol’ın dans edesi de gelir…
Gil son derece gönülsüzdür…
Ancak üniversite yıllarında bir aralar Paul ile aşk da yaşamış olan Inez’de dans etmek istemektedir…
Neyse…
Nihayetinde, dans konusunda kararlı olan Inez, Paul ve Carol üçlüsü taksiye binerlerken Gil yürüyerek gitmeyi tercih eder ve kaybolur…
Kafası biraz iyi olan Gil oturup sessizce beklerken, çanlar çalar çalmaz nereden çıktığını anlayamadığı 1920 model bir Peugeot’dakilerce müziklerini piyanodaki Cole Porter’ın (Yves Heck) yaptığı Jean Cocteau için düzenlenen bir partiye götürülür…
Ve orada Zelda (Alison Pill) – Scott Fitzgerald (Tom Hiddleston) çiftiyle tanışır…
Gil, Zelda, Scott, Cole ve karısı Linda Porter biraz sıkıcı buldukları bu partiyi terk ederek Bricktop kulübe giderler…
Sahnede Josephine Baker’ı (Sonia Rolland) gören Gil’in yaşadığı şaşkınlıktan neredeyse gözleri yuvalarından fırlayacak gibidir…
Paris gecelerine yeni dostlarıyla akmayı sürdüren Gil, kendini birdenbire Ernest Hemingway’in (Corey Stoll) ağır ağır demlenmekte olduğu tenha bir mekânda bulur…
Gil yakalamışken Hemingway’den romanının taslaklarını okuyarak değerlendirmesini istese de o, bu iş için Gertrude Stein’ın (Kathy Bates) daha uygun olacağını söyler…
Bütün bunları anlattığında kendisine inanmayan Inez’i de yanına alarak bir önceki gece yaşadığı “zaman yolculuğunun” olabileceğini tahmin ettiği (belki de dilediği) tekrarı için sarı Peugeot’ya bindiği yere geri döner Gil…
Ama beklemekten sıkılan Inez, bir taksiye atlayarak otele doğru gözden kaybolur…
Fakat o da ne?
Gecenin çanları çalar çalmaz, aynı otomobil yine görünmesin mi…
Filmde de henüz dakika 34…
Daha geride, Pablo Picasso (Marcial Di Fonzo Bo) ve sevgilisi Adriana’dan (Marion Cotillard ) Salvador Dalí’ye (Adrien Brody) ve hatta Luis Buñuel’e (Adrien de Van) kadar pek çok ünlü ismin bulunduğu 62 dakikalık koskocaman bir bölüm daha var ki:
Eğer bugüne kadar fırsat bulup da izlemediyseniz kesinlikle bayılacaksınız…
Woody Allen filmlerinin hayranıyım. Çok farklı, doğal, sade bir tarzı var. Ondan pek alışık olmadığımız bu hayalperest tarz benim çok hoşuma gittik. Özlediğim Paris sokakları filme ayrı bir güzellik katıyor.. Bence çok güzel bir film olmuş.
Woody Allen'ın izlediğim ikinci filmi Midnight in Paris,ilk izlediğim filmi Annie Hall filmiydi sanırım Midnight in Paris filmini Annie Hall'dan daha fazla beğendim diyebilirim.Filme gelirsek süresinin de fazla kısa olmayışınında etkisiyle film nerdeyse beni bir an bile sıkmadı aksine izlerken keyif aldım özellikle ilk 20 dakikadan sonra seyirciyi tamamen kendine çeken ve sürükleyen bir yapısı var filmin bunda olay örgüsünün ve oyunculuklarında payı var tabiki.İzlemeden önce fazla beklentim yoktu fakat izlerken bu kadar keyif alacağımı da düşünmezdim özellikle Gil karakterinin ünlü sanatçılarla tanışmaya başladıktan sonra film tamamıyla keyifli bir hal almaya başlıyor.Midnight in Paris sürükleyici,keyifli ve bence herkese hitap eden bir film bu yüzden belli bir kısma değil de genel kitleye hitap ediyor diyebilirim tabi boş aksiyon filmleri sevenlere pek hitap etmeyebilir.Zamanda yolculuğun farklı işlendiği bir film diyebilirim Midnight in Paris yani diğer zamanda yolculuk temasını işleyen filmler bilim-kurgu gibi gözüküyor ama bu filmde zamanda yolculuk meselesi daha umursamaz ve naif bir tavırla işlenmiş.Filmin müzikleri de oldukça güzel.Son olarak ben filmi beğendim evet bir başyapıt değil ama izlerken insana keyif veren yaşadığımız hayattan biraz da olsa soyutlamayı başaran keyifli ve sürükleyici bir yapım,filmin sonunda biraz saçmalanıp Türk dizi/filmlerine bağlansada genel olarak başarılı bir film.Daha iyi bir sonu olsa büyük ihtimal daha fazla puan verirdim ama sonu bence iyi bağlanmadığı için puanımı biraz kırdım.
yönetmenin çektiği en kişisel filmlerinden biri sanırım.yıldızlar geçidi,ilgi çekici tarihi kişilikler ve tabii ki paris'in güzelliği.fransız müzikleri ve kültürü.perdede çok şık duran bir filmle karşı karşıyayız.senaryoyu,oyunculuğu,konuyu geçersek bile,renk kullanımı,kostümler,1920ler göz önüne alındığında sonuna kadar şık bir film bu.filme dair biraz beğenmediğim veya rahatsız olduğum tek unsur,Inez'in ve ailesinin Gil ile olan diyaloglarında biraz abartılı ve kimi zaman inandırıcılıktan uzak bir tavır takınmaları.fakat düşününce fark ediyorum ki,allen bu abartılı durumu tamamen bilerek,isteyerek yaratmış.alaya almaktan hoşlanan ve bunu yaparken de eğlenen bir yönetmen allen.sonuna kadar gerçekçi bir film çekmek onu kariyeri boyunca pek de alakadar etmedi zaten benim fikrime göre.yani filmin genelinde biraz abartılar var.owen wilson genel olarak komedi oyuncusu olarak aklımızda yer etmiş olsa da,bu gibi rollerin altından da başarılı bir biçimde kalkabileceğini ve aslında kal,teli bir oyuncu olduğunu ispatlamış.hoş bir seyirlik.woody allen'ın avrupa gezisinin diğer ürünleri gibi.filmin altyapısını oluşturan "nostalji dükkanı" kavramı da aslında üzerine konuşulabilecek ve keyifli sohbetler yapılabilecek geniş bir konu bence.bir "sanat" filmi.fakat şu an ülkemizdeki insanların anladığı ve bana göre çok gereksiz bir tanımlama olan o türden değil.sanattan,sanatçıdan bahseden,yaratıcılığı,sanatı konuşan bir film.
Paris'in o büyülü,sanatsal yanını gösteren birazda tabi fazla reklamını yapan bir woody allen filmi var karşımızda.Ben beğendim ;herkesin hele ki içinde yaşadığımız şu dünyada bir geçmiş özlemi olduğu gerçeğinden hareketle yola çıkılmış ve bunu yansıtıyor ortalama bir yapım bir match point veya scoop kadar etkilemedi beni ama yinede büyük ustayı sevenlerin kesinlikle hoşnut olacağını söyleyebilirim
Not: Eleştiri film ile ilgili bilgiler içermektedir. İzlemeyen arkadaşların dikkatine. Eleştirmenlerden oldukça övgü toplayan filmi dün izleme şansı buldum. Eleştirmenlerin aksine film benim uzun yıllardan sonra karşılaştığım en zayıf Woody Allen filmlerinden biriydi. Bunun ise en önemli nedeni kuşkusuz Owen Wilson'ın, kötü bir Woody Allen taklidi gibi duran oyunculuğu. Yönetmen, 70'li yaşlarında olduğu için elbette genç bir insanın canlandırması zorunlu ''yönetmeni'' (personasını) ama oyuncuya hiçbir özgürlük alanı tanınmaması sebebiyle ortaya çıkan ''karakter'' fazlasıyla karikatürize. Woody'nin perdedeki personasını sadece kendisiyle özdeşleştirdik yıllar boyunca biz sinemaseverler. Başka birisi ne yaparsa yapsın bu rolde gülünç bir taklitten öteye gidemiyor ne yazık ki. Filmin diğer handikapı ise Woody Allen'ın yıllar önce yine kendisinin yönettiği ''Kahire'nin Mor Gülü (1985)'' filminde denediği formülün aynısını denemiş olması bu filmde de. Günlük hayata dair bir öyküde fantastik unsurların bu kadar çokca kullanılması filme bir ''olmamışlık'' havası katıyor. Bütün bunların sonunda filmi Marion Cotillard' ın varlığı kurtarıyor adeta. Onun aurası sayesinde film bu kadar olmamışlığına rağmen eleştirmenlerin bile gözünü boyamaya yetmiş anlaşılan :)
Woody Allen nerdeyse her sene film çeken bir sinemacı ama üç filmde bir(yada üç yılda bir) kaliteli yapıtlar çıkarıyor.2005 tarihli yürek burkan hikayesiyle maç sayısı, Barcelona Barcelona(2008) ve Parisi tüm güzellikleriyle anlattığı bir dolu tarihi karakterin yer aldığı Fantastik soslu Romantik komedi Pariste Geceler, filmin en büyük eksikliği başroldeki Owen Wisonun vasat performansıki filmi sekteye uğrattını rahatlıkla söyliyebiliriz, bunun dışında bir çok şeyin dört dörtlük olduğunu söyliyebilir.(Sonuda çok klişe bitti ya neyse) 10/7,5
Film sanki Paris belediyesi ile Woody Allen arasında ortakşama imzalanan bir anlaşma sonucu ortaya çıkmış. Filmin ilk 5 dakikasında sadece Paris'e ait görüntüleri izliyoruz, sonrasında ana karakterler sahneye çıkıyor. Hemingway, Picasso, Dali'nin yaşadığı bir döneme geri dönmek gibi bir hayaliniz varsa, filmi kaçırmayın derim :)
Film sanki Paris'i övmek,tarihi ve turistik yerlerini göstermek için çekilmiş tanıtım filmi gibi.Paris'ten başka yerde yaşanır mı türünden muhabbetler dönüyor sürekli.Bi süre sonra bıktırıyor.Oyunculuklar iyi tamam ama ortada çok iyi bir hikaye yok.Owen Wilson hareketleri,mimikleri,hızlı ve histerik konuşmasıyla resmen Woody Allen'ı taklit etmiş.Kendi gibi oynasa daha iyi olabilirdi.vasat bir film beklediğimi bulamadım.
Cidden harika bir filmdi özellikle adriana nın tasvir edilişi harikaydı bu film resmen farklı bir deneyimdi hayran olduğum yazarları ve ressamları bir filmde böyle toplanmış görmek, kendimi ana karakterin yerine koymak çok hoştu fikrimce spoiler: sonunun açık bırakılması doğru bir seçimdi
Ben de dahil çogu kimsenin içinde geçmise özlem vardir. Bunun en önemli sebeplerinden biri herkesin malumu üzerine kendi zamanimizdan memnuniyetsizlik. Yönetmen de ana karakteriyle bizi, bu karakterin hayran oldugu geçmise götürüyor. Seyirci olarak ana karakterin tattigi hazzi ben de tattim. O yillara gitmek beni de keyiflendirdi. Tavsiye ederim. Iyi seyirler...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.