Hesabım
    Kadınlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Kadınlar

    "Dünyanın en eski mesleği"ne Polonya gözünden, Fransız bir bakış...

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    2011 yapımı Kadınlar (Elles) birkaç kez vizyon ertelenmesinden sonra nihayet 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde ülkemiz izleyicisiyle de buluşuyor. Daha önce 31. İstanbul Film Festivali'nin Dünya Festivalleri bölümünde de gösterilen yapım, bize gelinceye dek Toronto, Glasgow, Tribeca gibi mecralarda tozunu yutmuş; fakat eleştirmenlerin ve seyircilerin beklentilerini tam anlamıyla karşılayamamıştı.

    Senaristliğini ve yönetmenliğini Polonyalı sinemacı Malgorzata Szumowska'nın üstlendiği film, başrolde Anne'yi canlandıran Juliette Binoche'un yıldızlığından yararlanarak, evrensel bir kadın sorununu beyazperdeye taşıma derdinde. Türkiye de dahil, dünyanın pek çok ülkesinde yayınlanan Fransız kadın dergisi ‘Elle' için bir makale hazırlayan deneyimli ve üst sınıfa mensup gazeteci Anne, iki genç fahişe ile yaşadıkları deneyimler üzerine röportajlar yapar. Öğrenci genç kızların ortak noktası ise üniversiteye devam ederken yeteri kadar gelirleri olmadığı için, para karşılığı erkeklerle birlikte olmaya başlamalarıdır. Anne, Alicja ve Charlotte ile konuştukça, hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını da bir kez daha idrak eder. Söyleşilerini çözümleyip, makaleye dönüştürürken karşıdan kusursuz gibi görünen hayatını da sorgulamaya başlar; hatta kendi kadınlığı ile hesaplaşır...

    Dünyanın en eski mesleği olarak gösterilse de, hemen hemen hiçbir kadın, ucundaki hazır, sıcak para olmasa fahişeliği meslek olarak seçmeye meraklı değildir. Öyle ki gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan Bir Kadının Seks Günlüğü (Diario de una ninfómana)'nde dahi kendi rızasıyla başladığı üst düzey fahişeliğin, kendisine yadsınamayacak şeyler kattığını söyleyen Valeri bile 'yeri geldiğinde' o genelevden kaçmasını bilmiştir.

    Szumowska'nın genç fahişelere yaklaşımı ve olay örgüsünü anlatım tarzı da bu kısmi durum tespitini içeriyor aslında. Evet, parası tatlı gelebilir ama her iki genç kız da, her ne kadar profesyonelleştiklerini ve işlerinde duygusallığa yer olmadığını iddia etseler de, psikolojilerine ağır gelen bir yükle, (ve filmin bize dikte ettiğine göre) Paris'te yaşamanın bedelini ödüyorlar. Bu noktada her iki kadın oyuncu da (Anaïs Demoustier ve Joanna Kulig), performanslarının hakkını vermiş. Fakat senaryo eksikliğinden dolayı kızların ‘işleri' dışındaki hayatlarına pek şahit olamıyoruz. Filmin bu noktada esas odağı Binoche'un aşırıya kaçmayan performansıyla seyrettiğimiz Anne karakteri. Yönetmen genç kızların gerilimini, Anne'nin hayatındaki boşluklar üzerinden okumamızı ve onun gözünden anlamlandırmamızı bekliyor. Bunu yaparken de Polonya sinemasının ezelden beri tipik öğesi olan simgesel anlatımı kullanmayı ihmal etmiyor. Anne'nin tüm ‘ruhsal' dalgalanmaları, ‘fiziksel' olarak ellerinde ve parmaklarında nihayete eriyor...

    Sürprize yer olmayan finalinden hemen önce gelen ve bence oldukça etkileyici tasarlanan akşam yemeği sahnesi, kadın olarak dile getirmek istediğimiz ama tüm toplumsal zırvalar nedeniyle bastırdığımız düşüncelerimizi, hislerimizi ortak bir zeminde buluşturmayı hedefliyor. Yakın zamanda, artık yerli dizilerimizde bile sıklıkla kullanılmaya başlayan bu ‘hayal sahnesi' yöntemi, Anne'nin anlık kırılma noktasını oluşturuyor fakat maalesef bu da uzun soluklu olamıyor. Bu durumun nedenini aileyi "hiçbir şey yokmuş gibi düzgün görünmek zorunda olan kurum" şeklinde tanımlayan sisteme de atabilirsiniz; Polonyalı kadın yönetmen kartlarını zayıf oynamış da diyebilirsiniz.

    Ülkemizde halen ekonomik, fiziksel ve psikolojik şiddet gören tüm kadınlar için daha fazla saygı ve hak istediğimiz 8 Mart'ta, kadın psikolojisini kısmen masaya yatıran Elles, özellikle Juliet Binoche severler için sinemalarda...

    twitter:@duygukocabay

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top