Alacakaranlık (Twilight) serisinde oynadığı kurt-ergen Jacob karakteriyle 12-15 yaş arası ciddi bir hayran kitlesine ulaşan Taylor Lautner'i 'yeni safkan Amerikalı aksiyon starı' yapma çabasının nelere mal olduğunu izlemeye hazır mısınız? Hazırım diyorsanız bir daha düşünün...
Önceliği Jacob Takımı'nın üyesi olanlara vermek istiyorum. Kaçış (Abduction) filmi tam size göre. Lautner'in karakteri Nathan, tam bir parti çocuğu olarak başlıyor işe...Çılgın akılan bir gecenin sonunda, henüz filmin 5. dakikasında bahçede çıplak uyanıyor. Bu yetmedi mi? Telaşa mahal yok. Film boyunca kendisinin dudaklarına, gözlerine, anlamlı (!) suratına birçok yakın plan çekim mevcut. Hatta seviyeli bir aşk ilişkisine girdiği Karen (Lily Collins) ile trende cereyan eden akıllara zarar bir ön sevişme sahneleri var ki... Evet, bu film tam size göre...
Son dönemdeki bir çok film gibi ipucunu Bourne serisinden alan Abduction, baş karakterini teröristlerin ve CIA'in ortasına bırakıp ek olarak 'ben kimim?' sorusunu ekliyor. Fakat ortaya çıkan sonuç o kadar hazin ki...
Lise öğretmenleri tarafından kendilerine verilen proje ödevini yapmak üzere ilgi duyduğu kızla birlikte eve kapanan baş karakterimiz, internette çok ilginç bir siteye -ki bu bir tesadüf değil, kötü adamların planı- rastlıyor. Bu site kayıp çocukların resimleriyle dolu. Çocuklardan birini kendine benzeten Nathan, Flash Tv'de görmeye alıştığımız yaşlandırma tekniğini gördüğü fotoğraf üzerinde denediğinde ekranda kocaman bir kafa beliriyor. Tahmin edeceğiniz üzere bu kendi kafası ve bu gördüğü kafa hayatının gidişatını kökten değiştirecek. Kısa süre içerisinde ebeveynlerinin aslında orijinal olmadığını, yaşadığı kişilik bozukluklarını geçirebilmek için gittiği psikoloğunun onun gizli koruyucusu olduğunu, üstüne üstlük bu kişiler de dahil çevresindeki çoğu kişinin ajan olduğunu farkeden Nathan'ın dudaklarından şu cümle dökülüyor: 'Kendi hayatımdaki bir yabancı gibiyim...'Ve Nathan kendisini Karen ile birlikte yollara vuruyor...
Aslında film komik olmayan bir aksiyon parodisi gibi işliyor. Düşünebileceğiniz bütün klişeler, geçmişteki aksiyon filmlerinden apartılmış ve nerede kullanılacağı konusunda bile karara varılmamış cümleler (senaryo dememiz çok iddialı olur), sayısız zoom-in ve zoom-out'tan oluşan berbat aksiyon sahneleri, inanılmaz mantık hataları ardı ardına sıralanırken perdedekinin bir şaka olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Kötü haber; bu ciddi bir film.
Kariyerine hem yönetmenliğini hem senaristliğini yapıp iki dalda da Oscar'a aday olduğu Boyz N the Hood ile tepeden başlayan John Singleton'ın o gün kurduğu hayallerden çok uzakta olduğu aşikar. Bundan sonra Oscar'dan ziyade, filmlerinin ticari gösterime çıkıp çıkmayacağını düşünmesi gerekiyor. İkinci hedefi ise beraber çalışmak zorunda bırakıldığı berbat senarist Shawn Christensen'i bir kaşık suda boğmak olmalı...
Maria Bello, Jason Isaacs, Alfred Molina, Michael Nyqvist ve Sigourney Weaver'dan oluşan yardımcı oyuncu kadrosu için ne kadar hayıflansanız da filme dair içinizde büyüttüğünüz bütün olumsuz düşünceleri Taylor Lautner'e yöneltmenizi tavsiye ediyorum. Afişinde yalnızca kendi isiminin yazdığı bir film için hiç de hazır görünmeyen Lautner, sahip olduğu iki üç mimikle koca bir prodüksiyonu sırtlayacağını düşünmüş olmalı. Hollywood'un bir aksiyon yıldızından çok fazla nitelik beklemediği su götürmez bir gerçek olsa da, bazı ekstra kötü sonuçlar için nitelik arttırımına gidilmesi gerektiği çok açık. Bir oyuncunun canlandırdığı karakterin sinirlenmesine, şaşırmasına, hayal kırıklığına uğramasına, ağlamasına ve hayatın getirileri olan yüzlerce duyguyu yaşamasına seyircinin karşılığı sadece 'gülmek' oluyorsa burada acınası bir durum var demektir.
Bakalım Alacakaranlık serisinin olumsuz getirileri ne kadar süreyle popüler sinema üzerinde etkili olmaya devam edecek. Dileğimiz 'azalarak' değil 'hemen' bitmesi...
firat_atac@hotmail.com/firatatac.tumblr.com