Hesabım
    Yolcu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Yolcu

    Aynı trenin yolcusu muyuz?

    Yazar: Fatih Yürür

    Artık içinde Liam Neeson geçen bir aksiyon filminin aşağı yukarı neye takebul edebileceğini biliyoruz. Çığrından çıkarılan bir baba, emekliliğini bekleyen bir polis ya da hayatını klişe dişlilerinin arasında geçirirken, sonsuz bir orta yaş sendromuna tutulmuş, kallavi bir kariyer sahibi iş adamı. İşte bütün bu varyasyonların kaba özeti olan ve belki de taşların ilk defa yuvarlandığı başlangıç noktası olarak işaret edebileceğimiz Taken'daki Bryan Mills karakteri; Neeson'ın beyazperdedeki son 10 yılının kaba özeti olarak nitelendirilebilir.

        Gel gelelim "yaşlı kurt" aksiyonu, ilginç bir biçimde halihazırda alıcı bulabilen, yapımcıların yüzlerine bir kulaktan diğer kulağa kadar yayılan geniş bir gülümseme kondurabilen bir klişe fıçısı olarak; beyazperdede yer işgal etmeye, yaşamaya ve yaşatılmaya devam ediyor. 90'lı yıllarda Mel Gibson'un üzerine yapışan ve tez vakitte koltuğu münferit isimlere devrettiği bu kalenin savucuları da az buz değil... Bruce Willis'in bir türlü vazgeçemeyeceği bu sofraya Sean Penn'ler, Samuel Jackson'lar bile oturdu hani!

         Yapımcılar da bu köhnemiş ama işler fikrin, abecesine dokunmaksızın ancak bir takım oyunu ile ortaya koyulabileceğinin farkında olacaklar ki; "Liam Neeson'lı Aksiyon Filmlerinin Vazgeçilmez Yönetmeni" olan Jaume Collet-Serra'nın ellerine emanet etmişler projeyi. Serra; Unknown, Non Stopve Gece Takibi gibi filmler sayesinde zaten mevzuya gereğinden fazla idmanlı vaziyette. Aslında pek de başarılı bulunmayan Mumya Evi'nin yeniden uyarlaması ile sinemasal arenaya atılan ve Orphan ile Shallows gibisinden takdirin esirgenmediği gerilim filmleriyle hakkı da yer yer teslim edilen Serra için; Neeson'ın yer aldığı filmler bir nevi "iş" haline gelmiş olmalı ki; tür filmlerindeki ince fikirlerinin önemli bir kısmı, bu bahsi geçen kategorideki yapımlar söz konusu olduğunda kayıplara karışıyorlar.

          İşte Yolcu bir bakıma böyle bir film! Hatta ve hatta Non Stop için geçerli tüm matematiği kopyalayıp yapıştırdığımızda ve ana mekanımızı da banliyö treni olarak değiştirdiğimizde ortaya çıkacak şeyin aşağı yukarı buradaki malzeme olduğunu söylemek için zaten kahin olmaya da gerek yok!  Evet McCauley sahip olduğu en ufak ayrıntıya kadar Mills'in prototipi. Fakat onu daha ziyade Gibson'un Tom Mullen güzellemesi ile ortak noktada buluşturacak detaylar da var. Diğer taraftan mekanı gereği The Taking of Pelham 123 gibi yapımları andırmakla birlikte, Agatha Christie'nin Hercule Poirot'sunun daha modern ve tabi çok çok çok daha amatör (ve avanak) hali diyebiliriz McCauley için.

          Beyaz yaka klişelerinin büyük bir keyifle boca edildiği McCauley, her gün gerçekleştirdiği rutin yolculuklarından birinde, Joanna adında gizemli fakat bir o kadar da sıcak kanlı bir kadınla tanışır (trenli filmler kontenjanından seriye Source Code referansıyla ekleniyormuşçasına Vera Fermiga). Yolculuk sırasında aldığı iş teklifi sonrasında ise malum, hiç de sürpriz olmayacak biçimde, McCauley'nin standartların sınırlarını zorlayan hayatına hiç beklemediği büyük çaplı bir hareket gelecektir. Hem kendisinin hem diğer yolcuların hem de ailesinin hayatını kurtarması gibi bir ek görev de kısa sürede McCauley'in hayli kabarık iş yükünü biraz daha genişletecektir. Tabi bizim için ölümcül raddede ilginç süprizler (!!!) barındıran bu öykü, öncülleri gibi salt soluksuz bir aksiyondan ziyade, popcorn gerilim de olsa kafasını diri tutmayı seven izleyicileri memnun edebilecek bir kaç hınzır twist ile süslenmiş durumda.

        Aslında jigsaw modelinin en primitif hali sayılabilecek basit bir "katil kim" oyunu olarak başlıyor Yolcu. Joanna'nın 75 bin dolarlık fırsat işinin de kuralları çok da çetrefilli değil. McCauley'nin tek yapması gereken trendeki "aranan adamı" bulmak. Fakat teklif sonrasında tren McCauley'nin gözünde adeta yaşayan bir organizmaya dönüşüyor, büyüyor büyüyor ve büyüyor. Nihayetinde filmde gördüğümüz her simayı cendere içerisine alan sürprizi bol bir savaş alanına evrilmeye başlıyor.

        Byron Willinger ve Philip de Blasi ikilisinin öyküsünden perdeye taşınan Yolcu'nun, metin açısından ortalamanın oldukça üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Serra'nın treni o kadar hızlı, karakterler de o kadar ezberden konuşuyorlar ki, zaman zaman detayları takip etmek gözlerinizi yorabiliyor. Diğer taraftan organik iç mekanlardan ziyade çoğunlukla dijital ortamda tasarlanmış kabinler de bir tren simülasyonunun içine tıkıştırıldığınız hissini yaratıyor. Fakat bu türden detayları zorlanarak da olsa elediğinizde, 65 yaşında aksiyondan vazgeçmese de artık daha oturaklı projelerde yer almak istediğini her fırsatta dile getiren Liam Neeson için yeni bir döneme geçişi işaret etmesi de muhtemel.

         Yolcu, son tahlilde, izleyiciyi diken üstüne tutma hedefine, kimi zaman çatıyı bacayı zorlayan twistlerle kimi zaman da dijital yönü beslenmiş bir curcunayla yerine getirmeyi başarıyor mu? Sanırım evet! Yapay tatlandırıcı kullanılmış bir çiklet gibi düşündüğümüzde, ağızda belli bir tat bıraktığı doğru fakat kendi kulvarında kolektif hafızlarda uzun süre kalabilmesi zor bir yapım. Bütün bu kelamların üzerine çok daha basit ve baş ağrıtmayacak bir özet gerekirse; Liam Neeson aksiyonları ile arasını sıkı tutanlar için keyifli bir seyirlik. Fazlasını arayanlar için ise risk havuzu oldukça derin!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top