Sakın Gri Kurt (The Grey)'un fragmanlarına aldanmayın. Filmi olabilecek en geniş erkek seyirciye sunmak amacıyla, bütün reklamları, The Grey'i, geç yaşta durup dururken bir aksiyon sineması ikonuna dönüşen Liam Neeson'ın süpermen misali tek başına vahşi kurtları toz duman ettiği tipik bir aksiyon olarak göstermeye çalışıyor. Bir bakıma "Liam Neeson Kurtlar'a Karşı" tarzı bir güreş maçı pazarlıyormuş gibi...
The Grey'in, hikayenin kurduğu temalara göre mükemmel olan sonundan halen hipnotize olmuş bir biçimde salondan çıkarken "bu mudur kardeşim?" diye şikayet eden bir sürü seyirci vardı. İlginçtir ki ben de The Grey'i bu eleştiriyi yazmam gerekmese izlemeye zahmet etmeyecektim. Bunun sebebi de fragmanların vaad ettiği tipik maço aksiyona artık ilgimin olmaması idi. Son iki filmi Tehlikeli Aslar (Smokin' Aces) ve A-Takımı (The A-Team), tam bu tür maço aptallığı gösterisi olan yönetmen Joe Carnahan'ın pek hayranı olduğum da söylenemez.
Evet fragmanlar yanıltıyor, ama bu demek değil ki salonlara heyecanlanmaya ve gerilmeye gelen seyirci hayal kırıklığına uğrayacak, yavaş ve sembolizm dolu bir art-house filmi izleyecek. Bu konuda içiniz rahat olsun, The Grey son zamanlarda izlediğim en etkileyici gerilimlerden biri.
Alaska'da bir petrol şirketi için çalışmaya giden bir grup işçi sınıfı erkek, bir uçak kazası sonucu soğuk ve vahşi dünyanın ortasında kalır. Dondurucu hava, kar ve rüzgârın yanında kaza merkezinde yaşayan vahşi kurtlar, kazadan canlı kurtulan küçük gruba saldırmaya başlar. Grubun sağ kalmak için tek ümidi, işi kurt avlamak olan intihara meyilli Ottway'dir (Liam Neeson).
The Grey'in etkileyici ve korkutucu vahşi mekanlarının seyircide gerçek bir endişe hissi yaratmasının sırrı, kanımca, Carnahan'ın aktörlerini güvenli bir yeşil ekran stüdyosuna tıkıştırıp arka planları bilgisayarda yaratmak yerine filmi gerçekten soğuk ve karlı mekanlarda çekmesinde yatıyor. Filmin yapım bilgilerine göre ekranda gördüğümüz her kar ve rüzgar gerçek. Bu sayede hikayeye duyabileceğimiz gerçek endişe çok daha fazla yükseliyor.
Sıra kurtlara geldiğinde ise Carnahan özel efekt gösterişçiliği yapıp tipik bir b-tipi canavar filmi sunmaktansa silüetler ve yaratıcı ses miksajı gibi temel tekniklerle seyircisini ne kadar korkutabileceğini gösteriyor. İnanılmaz detaylı animatronik kurtlar ne kadar ürkütücü olursa olsun (CGI yerine çoğunlukla pratik efektlere yer verdiği için Carnahan'ı daha bir kutlamak lazım), filmin en geren anları, ormanda kurtların uluyuşunu duyduğumuz sahnelerle oluşuyor.
Alive gibi alışılagelmiş bir yaşam savaşı filmine dönüşmek yerine (komiktir ki The Grey'de Alive'a göndermede bulunan bir diyalog bile var) The Grey, insanların hepimiz için kaçınılmaz olan bir son ile nasıl başa çıktığını, nasıl kabullendiğini veya savaştığını inceliyor. Filme bu bakış açısı ile bakarsak, beklenmedik sonunun aslında hikayenin tonu için ne kadar mükemmel olduğunu anlamamız kolaylaşır.
The Grey, ölüm anı üzerine gördüğüm en içten ve dürüst sahnelerden bazılarına sahip. Uçak kazasından hemen sonra Ottway'in bir işçinin barış içinde ölmesine yardım ettiği sekans, bu tür sahnelerin tipik duygu sömürüsü hissiyatı yerine şaşırtıcı derecede düzeyli ve dürüst. Muazzam bir ırmak manzarası önünde bir karakterin verdiği önemli karar ise 2012 yılının şimdilik en etkileyici sahnesini yaratıyor.
The Grey, türüne göre şaşırtıcı derecede düşünceli ve aklıbaşında bir gerilim. Şiddetle tavsiye edilir.
Oktayegekozak.wordpress.com
oktayegekozak@hotmail.com