Finlandiya, Almanya ve Avusturya ortak yapımı “Iron Sky”, senaryosunu, Jarmo Puskala’nın konsept ve Johanna Sinisalo’nun orijinal hikâyesinden uyarlayarak Michael Kalesniko ile birlikte yazan Timo Vuorensola’nın yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı sinema filmi…
Prömiyeri, 11 Şubat 2012’de Berlin Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 4 Nisan 2012 tarihinde Finlandiya, 5 Nisan 2012 tarihinde de Almanya’da vizyona giren filmin, 5.9/10 (91.840 oy) ve 2.8/5 (10.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 4.4/10 (43 yorum) olan Rotten Tomatoes yorum ortalaması, normal koşullarda boşuna zaman harcanılmaması gereken bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Yine de isterseniz, 7,5 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve sadece 10,1 milyon dolarlık bir gişe yapabilen bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle birde biz inceleyerek yorumlayalım, ardından da puanlamaya çalışalım…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, Hollywood ve ABD savaş makinasının pompaladığı yalanlarla kendilerine Amerikancı bir hayaller dünyası kurmuş olan insanlarla geçimini bu devasa propaganda mekanizmasının ürettiklerini pazarlayarak sağlayan profesyonel sinema eleştirmenlerinin ayarlarını bozan bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Zira asıl esin kaynağı Charles Chaplin’in “The Great Dictator” (1940) isimli başyapıtı olan ve her izleyişimizde bize aynı doyumsuz keyfi tattıran bu film aracılığı ile ABD ve onun müttefiklerinin ipliği pazara çıkartılıyor…
Ki özellikle, belki filmin içindeki hengâmede gözlerden kaçmış olabilir ama, bize göre, “Star Trek” dizisindeki “USS Enterprise / Atılgan” türevi Amerikan uzay aracının, kimyasal silah bulundurduğu yalanı ile Irak savaşını başlatan 43. ABD Başkanı George W. Bush’un adını taşıması son derece müthiş bir ironiydi…
Elbette filmdeki ironiler, taşlamalar ve metaforlar bu örnekle sınırlı değil…
Bizzat kendi askerleri ve taşeronları aracılığı ile dünyayı yangın yerine çeviren ABD’ye ilişkin kara mizah film boyunca hız kesmeden devam ediyor…
Hele o, Ayın karanlık yüzünde mevzilenmiş olan Nazilerle yapılacak olan ve nihayetinde de yapılan uzay savaşının Başkanlık seçimleri arifesinde propaganda malzemesi olarak kullanılma faslı var ki, tam da evlere şenlik…
Öyle ki, istenirse sırf bundan bile, batı demokrasilerini tefe koyan otuz iki kısım tekmili birden bir dizi çekilebilir…
Tabii bütün bu anlattıklarımızdan, filmin Nazileri masum göstermeye çalışan bir kurguya sahip olduğu biçiminde bir yargıya da varılmamalı…
Burada dikkat edilmesi gereken husus, 2012 yılında çekilen bu filmin, 2018 yılındaki tek siyasi kutuplu dünyayı resmediyor (ve dolayısı ile de hicvediyor) olması…
Yani Aydaki Naziler sadece fare kapanının içindeki peynir…
Buna da yine filmden küçük bir örnek olarak, Nazi saldırıları nedeniyle toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) temsilcisinin Nazilere ait olan silahları, “Biz ürettik” diye sahiplenmesi karşılığında diğer devlet temsilcilerinin, “Hadi oradan be” dercesine gülmelerini gösterebiliriz… Hâlbuki bu silah olayını, kitap okumak ve doğru kaynak takip etmek yerine kendisine hap gibi sunulan asparagas medya haberleriyle dünya hakkında bilgilenmeye çalışan birine sorsan, “Bu ne ki? Haberin yok mu? Adamların lideri Kim, kahvaltıda eniştesini, öğlen yemeğinde dayısını, akşama da teyzesini yiyormuş” dahi diyebilecektir…
Filmin oyuncu kadrosuna ve teknik altyapısına gelince…
Almanların efsane oyuncusu Udo Kier’li kadro için söylenilecek tek şeyin, “harikaydı”, efektler dâhil teknik altyapı içinde “kusursuzdu” olması gerektiğini düşünüyorum…
Zaten o yüzden, şu ana kadar yorumlarında bu kısımlara kulp takmaya çalışan pek kimse de çıkmamış…
Neredeyse herkesin takılıp kaldığı en önemli husus, “dünya tatlısı” ABD’ye yapılan eleştirilerin dozajının ağırlığı… Ki bunu da çoğu, sanki ABD’nin gerçekte yaptıkları çok da farklı şeylermiş gibi fazla absürd olarak nitelemiş…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; kendini janjanlı Hollywood ve kankası batılı prodüksiyon stüdyolarının propaganda ve bağımlılığından kurtarmayı becerebilmiş sinemaseverlere, “Bu türden cesur ve nitelikli kara mizah örneklerini de izleme listelerinizden eksik etmeyin” diye seslenerek kullanmış olalım…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu çok özel arşivlik film için önerimiz de, (yurt içindeki ve yurt dışındaki) olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,