Hesabım
    The Master
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    The Master

    Biat etmek ya da etmemek!

    Yazar: Ali Ulvi Uyanık

    "The Cause" hareketinin karizmatik kurucu lideri Lancaster Dodd, eski asker Freddie Quell'e anahtar soruyu sorar: "Hiç kimseye bağlı kalmadan mı yaşayacaksın?" Ve "evet" yanıtını aldıktan sonra ekler: "Dünyada tek başınasın"!

    Paul Thomas Anderson, altıncı uzun metraj filminde, ABD tarihinin dönemeçlerinde savrulan vatandaşlarının sosyal, kültürel ve ekonomik yapı içindeki dönüşümlerine büyüteç tutmaya devam ediyor. Yukarıdaki soru ve yorum, 1950 yılında, savaş sonrası boşlukları içinde belirsizlik, güvensizlik, gelecek kaygısıyla yalpalayan insanların, inanç sahibi olma ve benliklerini bulma yolunda vuruldukları ruhsal prangalara, dolayısıyla da asıl bugüne işaret ediyor. Sadece zeki / ikna yeteneği olan inanç önderleriyle, onların tarikatlarına bağlılık ve bağımlılıkla sınırlı olmayıp, siyasetten spora farklı disiplinlerde de aidiyetin giderek biat etmeye dönüştüğü günümüzü daha iyi anlamamıza kapı açan bir film yani.

    'Birey olduğumuzu zannettiğimiz' bir yanılsamanın içinde neden büyük bir ailenin içinde yer almak isteriz? Üstelik bu aile, Anderson'ın, 1977-84 yılları arasında geçen Ateşli Geceler (Boogie Nights) filminde anlattığı, riyakar sistemle ters düşen porno sektörü çalışanlarının oluşturduğu ayrıksı bir aile de değilse... Neden? Film, karakterinin fiziksel ve ruhsal arazlarını özümseyerek gerçekten de tuhaf, neredeyse bir ikon küstahlığında performans sergileyen Joaquin Phoenix'in Freddie'sini odağa alarak 'neden'in yanıtlarını aramaya çıkıyor.

    Pasifik Donanması'ndayken sahildeki davranışlarından nasıl 'ehlileşme' sorunu yaşabileceğinin ipuçlarını elde ediyoruz zaten. Freddie'nin babası alkolden ölmüş; annesi akıl hastanesinde; gençlik aşkını bırakarak savaşa gitmiş; döndükten sonra uyum sorunları işsizliğe, işsizlik daha fazla alkole ve serseriliğe itmiş onu. Kaçak girdiği yatta tanıştığı, yeni palazlanmaya başlamış The Cause lideri Lancaster Dodd'la (Philip Seymour Hoffman) ilişkisi, nasıl tanımlamalı, bir sokak kedisi ile onu sahiplenmeye çalışanın arasındakine benziyor. Ancak, onu besleyip sevdikçe daha fazla sahibi olduğu hissettiren Lancaster için başkalarının ve kendisinin canını da yaksa, Freddie için bu ikiyüzlü ahlaka, kandırmacaya ve kurnaz ticarete uyum söz konusu olamaz... Çatışma kaçınılmazdır!

    Freddie gerçek: Her biçimde arızalı, dürüst bir seks manyağı, en ilkel dürtülerine gem vuramıyor... Lancaster ise maskeli: Etkili konuşmacı, evlilikleri - çocuklarıyla aile kurumuna ve şimdiki genç eşi Peggy'nin (Amy Adams) fikirlerine değer veriyor; hipnozla spiritüel yolculuklar yaptırdığını ve bu sayede insanların mükemmel özlerine ulaştıklarını savunuyor; ancak, tartışmalarda sertleşmekten ve önüne çıkan engelleri şiddet kullanarak kaldırmaktan da çekinmiyor!

    Anderson, Freddie gibi sefil de olsa, özgürlüğünü tercih eden bir adam üzerinden, sıradan bir yönetmenin elinde vasat bir filme dönüşebilecek hikâyeyi o kadar organik ve doygun bir dönem canlandırmasıyla öykülemiş ki, bittiğinde, ana mesele tüylerinizi ürpertiyor. Amerikalıların, ulusların özgürleşmeleri için verilen büyük bir savaş sonrası ortaya çıkan travmalar sonucu, manevi limanlara sığınmaları doğal. Bu oluşumlarda başarı ve iyilikle buluşmaya çalışırlarken, analitik düşünme yeteneklerinden uzaklaşmaya başlamaları ise, yeterince dehşet verici! İsterseniz, bu dehşeti, Anderson'ın, geçen yüzyıl başlarında geçen ve petrolle zenginleşerek, basbayağı korkunç, has bir kapitaliste dönüşen adamın, yine klâs bir sinemayla anlattığı öyküsü Kan Dökülecek (There Will Be Blood) ile birleştirin.

    Yönetmenin, geçen yüzyılın başları ile ortalarına ait her iki filmle, asıl olarak bugünün dünyasının nasıl şekillendiğini izah ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Belli ki, Freddie örneğindeki gibi 'vahşi' olan saf insan doğası, derinlerde, kapitalizme de, birilerinin egemenliği altına girmeye de müsait değil. Ve birileri ehlileştirildikçe, sayıca daha az olanlar da direniyor!

    Anderson'ın, bir sinema filmine değer kazandıran, aynı hikâyeleri, farklı biçimlerle, görmediğimiz açılardan anlatma düsturunu yerine getiren nadir yönetmenlerden olduğunu kabul ediyoruz. Hatta öylesine ki, sinemasının fazlasıyla rafine olduğunu ve bu nedenle rahatsız olduklarını söyleyenler de var... Ve bakınız, The Master, döneme uygunluk ve görsel tatmin amacıyla, bulunması güç olan 65 mm. peliküle çekilmiş. Kendi adıma, yönetmenin bu yaklaşım ve hassasiyetten gayet mutlu oldum. The Master'ı seyrettikten sonra, içeriği zengin bir tablonun içinde, her santimetrekaresine temas ederek dolaştığım kanaati ve duygusuna ulaştım.

    Not: Anderson'ın son iki filminden başka, Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin) ile İmkansızın Şarkısı (Noruwei No More)'na da imza atan, Radiohead üyesi Johnny Greenwood'un, elektronik gibi, jazz gibi müzik türlerinden yararlanan ve 'uyumsuz uyum' olarak tanımlayabileceğimiz müziği, filmden ayrı bir araştırma konusu.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top