Sinemanın önemli yönetmenlerinden Michael Mann'ın kızı Ami Canaan Mann'ın geçen yıl Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan için yarışan çarpıcı kara filmi 2011 yapımı Teksas Ölüm Tarlası (Texas Killing Fields) , sonunda sinemaseverlerle buluşuyor. Mann'ın gerilim yüklü bu polisiye filmi, hemen girişte seyircinin zihnini karıştırarak kaos yaratmayı başarıyor.
1971'den başlayarak League City kasabasında seri kadın cinayetleri işlenmeye başlanmış. Filmin 1970'lerde geçtiğini düşünürken, arabaların, giysilerin ve karakterlerin yansıyışları günümüzü çağrıştırıyor. Hikâyenin ortalarına doğru da her şey açıklığa kavuşmaya başlıyor zihinlerde. New York'tan Texas City'ye atanmış cinayet masası dedektifi Brian Heigh (Jeffrey Dean Morgan), inançlı bir Katolik. Brian, League City kasabasına eşi Gwen (Annabeth Gish) ve çocuklarını da getirmiş. Amacı, 1970'lerin başından başlayarak vahşice işlenmiş kadın cinayetlerinin faillerini bulmak. Kadınların cesetleri hep bataklığa atılmış ve şimdiye kadar katillere ulaşılamamış. Bu kasabada doğup büyümüş ve şimdi Texas City'de cinayet masasında polis dedektifi olan Mike Sounder (Sam Worthington) daima öfkeli biri. Kendisi gibi polis olan eski eşi Pam Stall'dan ayrı kalmak Mike'ın hayatını boşluğa itmiş. Pam (Jessica Chastain), komşu ilçede polis dedektifliği yapıyor. Pam ve Mike, Teksas şivesini başarıyla konuşuyormuş. Amerikan medyası bu çabayı takdir etmiş. Teksas, "vahşi batı"nın, kovboyların ruhunu hâlâ yaşayan, güneşin ve petrolün eyaleti.
Texas City'de 1940'ların sonunda trajik bir sanayi felâketi yaşanmış. Petrol arayan bir şirket bölgeyi terk edince, petrol alanlarında kadın cesetleri bulunmaya başlanmış. Burası, altmış yılı aşkındır trajediler yaşayan bir bölge. Burada işlenen kadın cinayetlerine "ölüm tarlaları" deniliyor. Calder Yolu, "I-45 koridoru" diye anılan bir yol. 70'lerin başında beri elliden fazla kadın vahşi cinayetlere kurban gitmiş ve hepsi faili meçhul kalmış. Yönetmen, büyük travmaların yaşandığı bu mekânlarda filmini çekmemiş. Komşu eyalet Lousiana'ya taşımış setini.
Brian, faili meçhul kadın cinayetlerini ortağı Mike'la araştırırken, benzer cinayetler işlenmeye başlıyor kasabada. Şüpheler kasabanın siyahi kadın satıcısı Levon (Jon Eyez) üzerinde yoğunlaşıyor. Hikâyeye, Levon'ın yakın ilişkide olduğu gizemli ve dövmeli başka bir kadın satıcısı Rule da (Jason Clarke) katılıyor. Her şey göründüğü gibi basit midir? League City'de, yoksulluk hemen fark ediliyor. Öncelikle de kadın yoksulluğu. Kadınların çoğu seks işçisi. Lucie, uyuşturucu kullanıyor ve onun parasını çıkartmak için hayat kadınlığı yapıyor. Büyük oğlu Eugene (James Hebert), bir kaybeden. Eve gelen erkeklerin gözü büyüme çağındaki Ann'in üzerinde. Lucie (Sheryl Lee), küçük kızı Ann'i çoğu zaman evden uzak tutuyor. Dedektif Brian, bu sert dünyada adeta Ann'in koruyucu meleği gibi. Lucie'nin evine sıkça gelen Rhino (Stephen Graham) ise, kasabadaki petrol rafinerisinde bir işçi. Onun da gözü hep Ann'in üzerinde.
Mann, finale kadar seyircisini gerilim içinde tutmayı başarıyor. Filmin kurgusu da yaratıcı... Senaryo da seyirciyi her an kuşku içinde bırakıyor. Mann'in filmi, birbirinin kopyası cinayetler işleyen katile ulaşıyor, ama yönetmen yine de seyircisinin zihnini karıştırmayı başarıyor. Film bittiğinde insan kendini boşlukta hissediyor. Yönetmen, hiçbir kadın cinayetini doğrudan göstermiyor. Ama, final bölümünün kanlı ve şiddet yüklü olduğunu belirtmeliyiz.
1952'de Londra'da doğmuş İngiliz kameraman Stuart Dryburghh'ün kara filmlerin ruhunu taşıyan görüntüleri de çarpıcı. Yağan yağmurlar, bulutlu gökyüzü, kasvet ve soluk renk tonları Mann'in filmine estetik olarak çok şey katmış. Film sinemaskop çekilse de küçük kasabanın atmosferiyle sıkıştırılmışlık duygusu da veriyor. Fonda duyulan müzikleri besteleyen Dickon Hinchliffe, İngiliz Tinderstick grubunun üyesi. Bu "indie rock" grubu, etkileyici Fransız yönetmen Claire Dennis'in filmlerine müzikler de yapmıştı.
Sinemaseverler, Mike'ı canlandıran Sam Worthington'ı, James Cameron'ın 2009 yapımı "Avatar" filmindeki Jake Sully karakteriyle tanıyorlar. Jessica Chastain, Terrence Malick'in 2011 yapımı Hayat Ağacı (The Tree of Life) filminden beri büyü saçan bir oyuncu. Jeffrey Dean Morgan, Antti Jokinen'in 2011 yapımı Kiracı (The Resident) filminde çizdiği psikopat karakterle hatırlanıyor. Mann'in filminde alabildiğine sakin ve olgun bir karakter çiziyor bu oyuncu. Elbette, Martin Scorsese ustanın üç boyutlu ve sinemaya adanmış Hugo filminde unutulmaz Isabelle olan Chloë Grace Moretz, sinemaya armağan gibi. "Teksas Ölüm Tarlası" filminde tüm oyunculardan rol çalıp hikâyenin ortasına oturan genç oyuncu da, küçük omuzlarında bu ağırlığı taşımayı başarmış.