Zoraki Kral
Yazar: Melis ZararsızBeyazperde.com'un artık yoluna birlikte devam ettiği Fransız şirket Allociné'nin Paris'teki blogger gösteriminde izleme şansı bulduğum The King's Speech/Zoraki Kral, tüm dünyada bu senenin Oscar adayı filmlerinden en çok merak edileniydi belki de ve bu hafta ülkemizde vizyonda! Gerçek bir tarihi hikayenin, olağanüstü perfomanslarla desteklendiği, ağır temposuna rağmen izleyicinin merakını sonuna kadar ayık tutan bir yapıt.
Kral 6. George'un gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan bu filmde, 1930'lu yıllarda apar topar tahta çıkmak zorunda kalan kekeme bir İngiliz Dükü'nün ve onun hem Kral olabileceğine hem de kekemeliğini yenebileceğine olan inancını güçlendirmek için elinden geleni yapan dost bir terapistin yaşadıkları anlatılıyor aslında özünde.
Filmin senaristi David Seidler'in hikayesi ilginç. Çocukluğunda kekemelikle başetmiş biri Seidler. Savaşın travmasından ve sonra da ailesinin soykırıma uğramasından dolayı kekemelik yaşadığına inanıyor. Kral 6. George'un de kekeme olduğunu çocukken öğreniyor ve bundan çok etkileniyor. Seidler büyüyüp bir yazar olduğunda kralın hayat hikayesiyle ilgili birşeyler yazmak istiyor. Yetmişler ve seksenler onun için Kral ile ilgili geniş araştırmalar yaparak geçiyor. En sonunda Kral'ın terapisti Louge'un oğluna ulaşıyor ve Logue'un günlüklerini okumak istiyor ama Kraliçe, kendisi yaşarken günlüğe dokunulmamasını istiyor, bu yüzden Seidler projeyi erteliyor ve bu hikayeyi filmleştirmek 2010 yılına kalıyor.
Film ağır ve ciddi yapısına rağmen, belirli bir mizah anlayışına sahip. Gene öğrendiğimiz bilgilere göre, terapist rolündeki başarılı oyuncu Geoffrey Rush ile Kral 6. George rolündeki Colin Firth arasında geçen mizahi diyaloglar, Logue'un günlüklerinde yer alan gerçek diyaloglar.
The King's Speech/Zoraki Kral'la ikinci kez Oscar ödülüne aday gösterilen Colin Firth, filmde Kral 6. George rolünün hakkını sonuna kadar veriyor. Kralı kendine getiren ve toparlayan, konuşma bozukluğu terapisti Logue rolünde ise, 4 Oscar adaylığı ve 1 Oscar ödülü sahibi Geoffrey Rush var. Mimik ve hareketleriyle hem komik hem dramatik bir performans sergiliyor Rush. Yönetmenin de başarısıyla Logue ve ailesi şeklinde çizilen portre, filmde izleyiciye çok sıcak bir biçimde yansıyor. Kralın eşi rolündeki Helena Bonham Carter da her zamanki gibi beyazperdenin en iyi oyuncularından biri olduğunu bu filmle de kanıtlıyor.
Seidler, yönetmen Tom Hooper ile birlikte tarihi gerçekliklerden kopmadan bir film yapmak adına çok uğraştıklarını söylüyor röportajlarda. 15 milyon dolarlık yapım bütçesiyle gerçekleştirilen filmde gene de tarihi gerçekliklere uymayan bazı yerler yok değil. Dönem kronolojik olarak birebir yansıtılmış olmasa da, dramatik yapıyı oluşturmak için kanımca düzgün bir yol çizilmiş. Gene yabancı basında, gerçekte Logue ile Kralın çalışmalarının daha kısa sürdüğü ve Kralın kekemeliği konusunun filmde abartılığı yönünde tartışmalar var. Bu da gene filmin dramatik yapısı için gerekli olabilecek altını çizmeler bana kalırsa. Sinemada/dizilerde tarihsel gerçekliğin ülkemizde de çok tartışıldığı günümüzde unutulmaması gereken bakış açısı, söz konusu belgesel değil imgesel bir filmse, bir yönetmenin istediği yerlerin altını çizme hakkının olduğudur.
Politik anlamda İngiltere'nin o dönemki barışçı (ya da tavizci?) politikasının da üzerinden şöyle bir geçen film, bu konulara çok derin dalmadan biz seyircileri Kral 6. George ile özdeşleştiriyor ve özellikle son sahnelerdeki gerilimli halka seslenme konuşması sahnelerinde adeta nefeslerimizi tutup dakikaların nasıl geçeceğinden endişe ettiriyor. Adeta kekeleyen titreyen terleyen biziz ama Logue'un ve eşimizin desteği sayesinde sakin olmayı öğreniyoruz, tane tane, düşüne düşüne, kendimize güvenmeye başlayarak, Kral olduğumuzu hatırlayarak, işimizi ciddiye alarak, geçmiş travmalarımızı kovarak, yapıyoruz konuşmamızı, çıkıyoruz odadan, ülkemiz sağ, biz selamet.
Fazla söze gerek yok, özellikle oyunculuk performansları, dramatik/gerilimli anları ve zeki esprileri için kaçırılmaması gereken bir yapım. Oscar'da da görüşeceğiz gibi.