Küçük Ama Etkili Bir Japon Testeresi
Yazar: Serdar KökçeoğluShinya Tsukamoto, Japon sinemasının bu kadar popüler olmadığı 80’lerin sonunda Tetsuo serisi ve Tokyo Fist gibi filmlerle bütün dünyada adını duyurmuştu. J-horror çılgınlığının yaşanmaya başladığı dönemde ise kendi köşesine çekilip daha farklı bir sinema yapmaya başladı. 2002 tarihli A Snake Of June ve 2004 tarihli Vital, yönetmenin önceki filmlerinin çiğ ve saldırgan yaratıcılığından izler taşımakla birlikte, daha içe dönük ve görsel anlamda daha dingin bir sinema diline sahipti.
Özellikle Vital, hafıza temasının sinema dünyasının ilgisini çektiği bir dönemde, hafıza kaybı üzerine en ilginç öykülerden birini sunuyordu. Geçirdiği araba kazası ile hafızasını kaybeden bir tıp öğrencisinin karşısına kadavra olarak birlikte kaza yaptığı kız arkadaşı geliyor ve öğrenci yeni bir ilişki/yeni bir hayat gibi seçeneklerin arasında, yavaş yavaş belirginleşen geçmişine gömülüyordu. Kadavra dersleri ile melankolik bir aşk üçlemesini buluşturan bu filmden sonra yönetmenin ne yöne gideceği daha çok merak edilir oldu.
Uzun metraj filmleriyle kendisini ispat eden yönetmenlerin kısa veya orta metraja dönmelerine çok sık rastlanmıyor. Fakat, Masters Of Horror gibi serileri düşünürsek böyle bir eğilimin başladığını da söyleyebiliriz. Özellikle, dijital teknoloji ile tanışmak isteyen yönetmenler ilk denemelerini daha kısa formatlarda yapabiliyor.
Tsukamoto’nun yeni çalışması Haze de yaklaşık 50 dakikalık süresi ile orta metraja yakın ve yönetmenin ilk dijital filmi olma özelliğine sahip. Gösterildiği festivallerde izleyicilerin ve eleştirmenlerin kafasını oldukça karıştıran Haze için, yönetmenin eski ve yeni alışkanlıklarının çarpıcı bir karışımı olduğunu söyleyebiliriz.
Yönetmen 'hafıza'dan sonra bir kez daha popüler bir temayı alıp referanslarını önemsiz kılacak şekilde kendi dünyasına çekmiş. Haze, Küp ve çok sevdiğimiz Testere ile benzer bir başlangıca sahip. Bizzat yönetmen tarafından canlandırılan bir kişi, filmin başında gözlerini karanlık bir dehlizde açıyor. Burası adam boyu kan ve ceset parçalarıyla dolu bir yıkıntıdır. Oraya nasıl geldiğini bilmeyen adam, kendisini tehdit eden endüstriyel parçalara rağmen ilerlemeyi başarır ve aynı durumdaki bir kadınla karşılaşır. Birlikte gizemini çözemedikleri dehlizde, ceset parçaları arasında yüzerek bir çıkış yolu bulmaya çalışırlar. Bir zenginin oyununa geldiğini düşünen adam çıkış yolunu bulduğunda ise, bütün öyküyü düşsel bir metafor olarak görmemizi sağayacak bir son sahne ile karşılaşırız...
Bir saate yakın izleyiciyi karanlıkta kıstıran bu rahatsız edici kabus ile sıradışı bir aşk ilişkisi arasında gizli bir bağlantı vardır. Tıpkı Cehenneme Bir Adım’ın ana rahmine çıkan çözümlemeleri gibi, Haze’in yıkıntıları da özel bir aşkın bilinçaltı boyutlarını gösteriyor.
Haze, şüphesiz Japonya’da da bizdeki gibi kimi izleyicilerin deprem korkusunu çağıracaktır. (Deprem kısa filmi, yerli ZilZal da Haze’e benzer bir atmosferi kullanıyor ve deprem sonrası yaşanabilecek en kötü durumlardan birini, göçük altında kalmayı konu ediniyor.) Fakat Tsukamoto’nun gerçek korkularla işi yok. Olası korku senaryoları olayı yaşayan adamın kuşkuları olarak karşımıza çıksa da, yönetmenin son dönem filmlerinden alıştığımız şiirsel bir finali var ve bu gerçek bütün filmi karanlık ve ürpertici bir şiire dönüştürüyor.
Yönetmen kendi notebook’unda basit bir kurgu programıyla kurguladığı Haze’den sonra yine bir kısa film yapıyor. Şüphesiz Haze, Vital veya Snake Of June kadar etkileyici veya Tetsuo serisi kadar tuhaf değil ama yine de alıştığımız bir tema üzerine, önce insanın midesine değen oradan beynine sıçrayan ve en son kalbine yerleşen bir film.