Kapalı ortam gerilimlerini sevenler için...
Yazar: Murat Tolga ŞenAmerika'da bir yerler... Düşük gelir gurubuna bağlı insanların yaşadığı belli olan köhne bir apartman ve birden kulakları sağır eden bir uğultu. Nükleer bir patlamanın gökyüzüne yükselen mantarını gören iyice büyümüş, dehşet içindeki gözler... Sonra hızlı bir karar verme süreci ve spermlerin rahimdeki yumurtayı döllemek için giriştiklerine benzer bir yaşam koşusu... Amaç, güvenli olduğu varsayılan bodrum katındaki sığınağa ulaşmak!
Hitman'la tanıdığım ve Sınır(da) (Frontière(s)) ile dehşet yaratma kabiliyetine hayran kaldığım yönetmen Xavier Gens, Mahşer Günü (The Divide)'de, insanın içindeki ilkelin ortaya çıkışını ve bunun nasıl bir seksüel zorbalığa yol açabileceğini bir mikro nüfus üzerinden seyirciye aktarıyor. Yıllar önce okuduğum/izlediğim Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies)'nda sorulan sorunun aynısı bu defa post apokaliptik bir fona yaslanarak seyirciye soruluyor: Kurallarımız olmadığında neye dönüşüyoruz?
Xavier Gens elini korkak alıştıran bir yönetmen değil... Stilize bir şiddet gösterisi sunmak konusunda da epey maharetli, ancak bu defa Sınır(da) 'daki kadar ileri gitmiyor. Sığınağa giren ve şanslı olduklarını varsayanların arasındaki dayanışma duygusu temel içgüdülerimiz olan seks ve yiyecek ihtiyacı yüzünden bir süre sonra şiddetli bir rekabet ortamı yaşanmasına yol açıyor ve ilkel zamanlarda olduğu gibi zorbalık kazanıyor. Grup içinde yükselen bir Alfa erkeği ve ihtiyaçlarını karşılamak için onun tüm istediklerine boyun eğen kadınlar/adamlar... Buraya kadar anlaşılabilir bir sosyolojiye sahip hikaye 45. dakikadan itibaren bir adım daha ileri giderek izolasyonun kuvvetli yan etkilerinden biri olan delirme, paranoya gibi fikirlerle güçleniyor. İyice güvensizleşen bu bodrum katında artık herkes düşman! Filmin asıl tadı da bu kısmın iyi oynanmış, yönetilmiş olmasından geliyor sanırım.
Mahşer Günü her ne kadar nükleer, biyolojik, ekolojik, jeolojik ya da kozmolojik felaketlere bağlı olarak dünyanın sonunun gelmesini ve böylesi büyük yıkımlar sonucu sağ kalan insanları nasıl bir hayatın bekleyebileceğini konu edinen ve adına post apokaliptik denen bir bilim kurgu gibi görünse de, başlangıç ve finaldeki 5-10 dakikalık bölümü saymazsak daha çok bir kapalı ortam gerilimi olmayı amaçlamış. Baştaki nükleer saldırı insanların bodrum katına sığınması için bir bahane oluyor, finaldeki sahneler ise görsel açıdan destekleyici olmasına rağmen hikayeye bir katkı sağlamıyor. Filmin seyredene katarsis yaşatan ve final olarak nitelendirdiğim kısmı bundan bir 10 dakika öncesi...
Başroldeki Ripley ve Sarah Connor karakterlerine benzer bir şekilde sağduyulu, düşünceli ve güçlü kadın kahraman Eva'yı oynayan Lauren German'la birlikte Yokedici (The Terminator) ve Yaratık (Alien) gibi 80'lerin aksiyon bilimkurgularının aranan aktörü Michael Biehn ve Heroes'dan tanıdığımız Milo Ventimiglia filmi sırtlanan oyuncular olmuş. Yılların Rosanna Arquette'sini, korunma ihtiyacı yüzünden gönüllü bir seks kölesine dönüşen Marilyn adında aciz bir karakteri oynarken görmek ise iç sızlatıyor ancak o da rolünün hakkını verenlerden.
Mahşer Günü, Prometheus'un hemen ardından gelen ve "daha yok mu?" diyen bilim kurgu meraklıları için iyi bir seçim olacaktır. Ülkemizdeki gösterimi daha önce iki kez ertelenmişti. Bu filmin izleyici sayısını aşağıya çekecektir mutlaka... Amerikan standartlarına göre şiddet yükü epey fazla olan bu film hem kapalı ortam gerilimlerini hem de kıyamet senaryolarını sevenler için...
Murat Tolga Şen / murattolga@gmail.com