Senaryosunu, Joe Hill'in aynı isimli romanından (2010) uyarlayarak Keith Bunin'in kaleme aldığı ve yönetmen koltuğunda da Fransız sinemacı Alexandre Aja'nın oturmakta olduğu "Horns"; "kara mizah (dark comedy)" tarzda kurgulanılmış, gizemini uzunca bir süre koruyan, fantastik bir gerilim olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, Daniel Radcliffe'in performansının yanı sıra...
Yeşil perde ve görsel efekt teknolojileriyle başarılı makyaj uygulamalarıyla da göz dolduran bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Ignatius "Ig" Perrish (Daniel Radcliffe)...
Kız arkadaşı Merrin Williams (Juno Temple) tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde baş şüphelidir...
***
Her ne kadar kendisi...
Bulduğu her fırsatta...
Masum olduğunu ilan etse ve adeta bunu haykırsa da...
Toplum tarafından dışlanmakta...
Ve düzenli olarak evinin önünde...
Mahkum edilmesinin istenildiği...
Protesto gösterileri de düzenlenmektedir...
***
Üstelik de...
Merrin'in cansız bedeninden alınan parça örnekleri ile katilin tüm kan ve DNA örneklerinin de bulunduğu...
Tacoma'daki laboratuvarda bir yangın çıkmış...
Ve Ig'in masumiyetini kanıtlayacak bu delillerin tamamı da yanıp kül olmuşken...
***
İşte bu koşullarda Ig...
Peşini bırakmayan basından gizlenmek gayesiyle...
Annesi Lydia Perrish (Kathleen Quinlan) ve babası Derrick Perrish (James Remar) ile müzisyen ağabeyi Terry Perrish'in (Joe Anderson) ziyaretine giderken...
Şimdilerde avukatı olan çocukluk arkadaşı Lee Tourneau'yu da (Max Minghella) telefonla arayarak...
Buluşmak üzere oraya davet eder...
***
Yeri gelmişken...
Hemen belirtmiş olalım ki...
Kızının katledildiği yerde düzenlenen...
Bir anma gecesinde...
***
Peder Mould (Jay Brazeau) ile sevenlerinin huzurunda bir konuşma yapan...
Babası Dale Williams'da (David Morse) Merrin'i...
O güne kadar kendisine oğlu gibi davrandığı...
Ig'in öldürdüğüne inanmakta...
***
Ve...
O serbest kaldığı sürece...
Kızının ruhunun huzura kavuşamayacağını düşünmekte...
Olduğunu da belirtmiş olalım...
***
Bu konuşmanın ardından...
Bir anı köşesine dönüştürülmüş vaziyetteki olay mahalline...
Elindeki içki şişesiyle intikal eden Ig...
Bulduğu her şeyi kırıp dökerek tahrip ederken...
Üzerlerine işemeyi de ihmal etmez...
***
Neyse...
Geceyi bar çalışanı Glenna Shepherd (Kelli Garner) ile birlikte geçiren Ig...
Sabah uyandığında...
Kafasında boynuzlar çıkmakta olduğunu fark eder...
Ve soluğu...
Dr. Renald'ın (Alex Zahara) muayenehanesinde alır...
***
Alır almaz da bizler...
Ig'in kafasındaki boynuzların...
Oradaki resepsiyonist kadın (Christine Willes)...
Genç anne Mary (Meredith McGeachie) ve yaramaz küçük kızı (Sarah Boey) ile hemşire Delilah (Kendra Anderson) ve Dr. Renald...
Örneklerinde olduğu şekilde insanları...
İçlerinde sakladıkları karanlık sırlar ve arzular ile Ig hakkındaki gerçek duygularını itirafa zorladığını tespit ederken...
***
Doktorun kendisini...
Genel anestezi ile uyutarak...
Boynuzlarını testereyle keseceği ameliyat masasına yatırdığında...
Ig anılarında...
Kendisi (Mitchell Kummen), Merrin (Sabrina Carpenter), Glenna (Laine MacNeil) ve Lee'nin (Dylan Schmid) 13...
Terry (Jared Ager-Foster) ve Eric Hannity'nin de (Erik McNamee) 15 yaşında oldukları günlere uzanır...
***
Detaylarına değinmeyeceğimiz o günlere dair en önemli husus...
"Birer David Bowie hayranı olan Ig ile Merrin o günlerde tanışmış...
Ve birbirlerine...
Delicesine aşık olmuş olduklarıdır..." derken...
***
Artık nasıl ve neden oluyorsa...
Boynundaki Merrin'e ait...
Ucunda haç bulunan zincir sebebiyle...
Ig'in kafasındaki boynuzları görmeyen tek kişinin...
***
Elbette sadece "şimdilik" kaydıyla...
Merrin'e platonik ve saplantılı bir aşkla bağlanan Lee'nin olduğu kısma geliyor...
Ve anlatımımızı da orada noktalıyoruz...
Dakika 40...
***
Cinayetle suçlanan Ig açısından işler gittikçe zorlaşarak...
Resmen sarpa sarmış ve etrafındaki, kıskaca dönüşen çember de iyice daralmışken...
Asıl katilin kimliğinin belirlenmesine ilaveten sağlam bir dini eleştirinin de yapılacağı filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; bol miktardaki ters köşe sürprizi de bünyesinde barındıran, 80 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,